Eski güzel Audiogalaxy günlerini hatırlarsınız. Belli bir yaş grubundaki çoğunluk müzik birikimlerinin bir kısmını Audiogalaxy’ye borçludur. Adını duyup merak ettiğiniz bir grubun mp3′lerinin olduğu sayfaya gider, en çok indirilen birkaç parçaya bakar, grubu sevip sevmeyeceğinizi anlardınız. Onunla da kalmaz, bunu seven bunu da sevdi olayı sayesinde yeni gruplar keşfederdiniz.
Efsane bilgisayar dergisi Gameshow’un meşhur yazarı Zebani’nin her sayıda önerdiği metal albümleri arasında görüp ilk kez tanıştığım IN FLAMES’in Audiogalaxy sayfasında rastlamıştım OPETH ismine de. Yıl 1999′du ve sanırım yeni çıktığından olacak Audiogalaxy sayfasında en çok indirilen mp3 de Benighted’dı. İndirip dinledim. Saat gece 01.00 falandı sanırım ve tekrar saate baktığımda saat 03.00′ü gösteriyordu. Aynı şarkıyı manyak gibi arka arkaya iki saate yakın dinlemiştim.
Uzatmayalım, ilk dinlediğim OPETH albümüydü “Still Life”. İlginçtir ve üzücüdür ki, bahsettiğim bu gecede Benighted’ı daha çok dinlememi engelleyen şey, gecenin üçünde gelen ve çok yakın bir akrabamızın öldüğünü haber veren telefondu. Yoksa daha dinleyecektim yani, aşık olmuştum şarkıya ve dolayısıyla da OPETH’e. Her neyse, geçmiş gün.
Her ne kadar Mikael Akerfeldt OPETH’in ilk ve en büyük patlamasını yaptığı albüm olarak “Blackwater Park”ı gösterse de, ben “Still Life”ı daha çok severim. Grubun eski OPETH’ten daha modern OPETH’e geçiş yaptığı albüm olan “Still Life”, her açıdan olağanüstü bir müzik barındırmakla kalmayan, duygusal anlamda da eşsiz anlar yaşatan bir çalışma.
Hatta, riske giriyor ve “Still Life”ı grubun en “sanat eseriymişçesine” olan albümü olarak nitelendiriyorum. En iyi OPETH albümü mü bilemem, ben en çok “Morningrise”ı severim, ama kapağından albüm kitapçığına, konseptinden müzisyen işçiliğine kadar “Still Life” ince ince işlenmiş bir sanat eseridir.
Travis Smith imzalı ve fotoğraftan ibaret olmayan ilk OPETH kapağına sahip olan “Still Life”, bilindiği gibi konsept bir albüm. Detayına girmeyeceğim, OPETH sevenleri zaten ezbere biliyorlardır her yönüyle. Mikael’in kızına Melinda ismini koyacağı kadar benimsediği bir konsept olduğunu hatırlatalım yeter. Eski OPETH’e kıyasla diğer farklılıklar, grubun Candlelight’tan ayrılıp Peaceville’e geçmesi ve Timo Ketola imzalı meşhur logosusunu ilk kez kullanmasıydı. Grubun potansiyeli “Still Life”la iyice ayyuka çıkmış olmalı ki, Peaceville grubun bir logo kullanmasını istemiş ve onları yeraltından çıkarıp günümüzdeki dev hallerine getirecek ilk adımı atmıştı. Sonra bildiğiniz gibi Peaceville de grubu elinde tutamadı ve OPETH kısa süre sonra ortadan kaybolacak olan Music For Nations’la anlaştı.
Çıktıkları dönemde hiçbir benzerleri olmayan “Orchid” ve “Morningrise”ın ardından çıkan daha black metal’imsi enfes “My Arms, Your Hearse”ın arkasından çıkan ve çok pürüzsüz bir geçiş evresine denk gelen “Still Life”, bilindiği gibi pek çok OPETH hit’i içermekte. Adeta müzikal bir yolculuk gibi gelip geçen ve anlayamadığım şekilde hep geri plana itilen şaheser The Moor, demin adını andığım Benighted, Akefeldt’in “tanrı” olarak görülmesini sağlayan insanüstü bestelerinden Face of Melinda, Godhead’s Lament, albümün en sert anlarından bazılarını barındıran her anı mükemmel Serenity Painted Death gibi pek çok devasa parça var “Still Life”ta.
Güçlenen sound’un da yardımıyla öne çıkan pırıl pırıl müzisyenliklerin dinleyiciyi bir an olsun bırakmadığı albümde, özellikle çift gitar kullanımının ulaşabileceği en üst noktalardan bazılarına rastlıyoruz. Öyle ki, benim gibi yıllar sonra albümü tek kulaklıktan dinlediğinizde, gitarlardan sadece birini duyuyor ve birlikte yaratılan güçlü sound’un aslında birbirinden ne denli alakasız iki gitarla çalınarak yapıldığını fark ediyor, Mikael’in ne derece güçlü ve etkileyici bir bestekâr olduğunu daha iyi anlayabiliyorsunuz. OPETH’in her şarkısını duyar duymaz gitarda çalmaya çalışan biri olarak, “Still Life”ın icra bazında grubun en zor albümü olduğunu söyleyebilirim. Çok tuhaf, pek az grupta rastlayabileceğiniz türde garip akorlar bunda başlıca rolü oynuyor. Kulaktan doğru çıkardığınızı sanarak çaldığınız kimi yerlerin, konser videolarında hiç de öyle çalınmadığını görebiliyor ve aralarda, ufak tefek ama çok şey fark ettiren pek çok ek nota basıldığını anlıyorsunuz.
Bir önceki albümde gruba katılan Martin Lopez’in, yine kaydın cillopluğuyla daha iyi anlaşılan tuşeleri, bin bir çeşit zil oyunları, albümü hiç fark ettirmeden daha dolu, daha zengin hale getiriyor. Bununla da kalmayan ritim departmanı, gruba bu albümde katılan Martin Mendez’in sonradan klasikleşecek tarzıyla daha da oturaklı ve ayakları yere basar hale geliyor.
Vokal anlamında Mikael’in en iyi performanslarından birini içeren “Still Life”, en duru, en naif “mmmmm’lamalardan”, kafanızı duvara vuran böğürtülere kadar kusursuz bir vokal çeşitliliği barındırıyor.
Yukarıda kimi şarkıların isimlerini verdiysem de, bu sadece albümü tarif etmek içindi; şahsen albümdeki her şarkının birbirinden güzel olduğunu düşünüyorum.
Kısacası, tıpkı DEATH gibi, bir sürü insan için “müzikten öte” boyutunda bir grup olan OPETH’in en “ruhani” anlarından bazılarını barındıran “Still Life” her açıdan nefis, doyulmaz, yıllar sonra bile asla eskimeyecek bir albüm.
Finali de iki farklı kişinin ağzından yaparak bitirelim. Peaceville ile yapılan ve albümün ardından okuduğum bir röportajda, bir şirket yetkilisi şöyle diyordu: “Grup albümü demo olarak kaydedip bize yolladı. Birkaç kişi oturup albümü baştan sona dinledik… Ve kulaklarımıza inanamadık! Dünya üzerinde böyle bir müzik yapan, hatta yapabilecek başka bir grup yoktu! Bu tamamen yeni bir şeydi! Heyecandan havalara uçmuştuk! Hemen grubu aradık ve kayıt için ne gerekiyorsa yapacağımızı söyledik“.
Sonrası malûm işte; grup coştukça coştu, dünyanın en önemli gruplarından biri oldu.
Son cümle de yine bir başkasından, The Metal Observer’daki (albüme not dahi verilemeyen) bir “Still Life” yorumundan gelsin. Ben bir not veriyorum albüme, ama yine de “Still Life”ı bundan daha iyi ifade edebileceğimi sanmıyorum:
“”Still Life”a bir not vermiyorum, çünkü bu albüme not vermek, “Tanrı şuna benziyor” demekle aynı anlama gelir.“
Serenity Painted Death en az taktir edilen Opeth şarkısı olabilir gibi bir şeyler yazmak için kritiği açtım. Yorum yazın kısmına inebilmek için mouseun orta tekerine her fiske vurduğumda şarkıyı öven yorumlara rastladım ahahah.
Neyse, benim Opeth’e hasta olmamı sağlayan parçadır. Birisi Opeth nedir diye sorsa bu şarkıyı dinletir, beğenmez ise sohbeti keserdim.
@owlbos, genel dinleyici yorumlarına baktığımızda haklısın, gerçekten underrated kalıyor. Reddit’teki “progmetal” ve “Opeth” subreddit’lerinde diğer şarkılar hakkında bir sürü yorum görmeme rağmen Serenity Painted Death ile ilgili hiçbir şey okumadım. Neyse ki PA kitlesi gerekli övgüleri yapmış :)
@owlbos, Serenity Painted Death harbiden nasıl bu kadar az takdir edilir anlamadım. En sevdiğim Opeth şarkısı olabilir. 1.24′te giren malum riffi ve sonrasındaki vokalleri ilk duyduğum zamanı dün gibi hatırlıyorum aklımı çıkarmıştı. Gelmiş geçmiş en iyi rifflerden biri. Başındaki ”uh..”, vokalin girişi, oradan nakarata bağlayışı, ondan sonraki aksak melodi ve sonrasında giren solo. Gün içinde aklıma dolanıp duruyor yıllardır o aksak kısım falan. Metal müzikte yazılmış en iyi şarkılardan biri direkt.
The Moor’un ”Pale touch, writhing in the embers…” kısmında sağ kulak iyice cozutuyor. Bu durumdan şarkıyı ilk dinlediğim günden beri şikayetçiyim. Şarkının en güzel anı piç oluyor. Genel olarak ses konusunda bir düzensizlik mevcut albümde. Plak dinler gibi yer yer bozulmalar oluyor.
@owlbos, ”White faced haggard grin” diye başlayan kısım favori Opeth anım olabilir. Müthiş şarkı. Hakkının verilmediği konusunda haklısın.
Serenity Painted Death en az taktir edilen Opeth şarkısı olabilir gibi bir şeyler yazmak için kritiği açtım. Yorum yazın kısmına inebilmek için mouseun orta tekerine her fiske vurduğumda şarkıyı öven yorumlara rastladım ahahah.
Neyse, benim Opeth’e hasta olmamı sağlayan parçadır. Birisi Opeth nedir diye sorsa bu şarkıyı dinletir, beğenmez ise sohbeti keserdim.
22.01.2023
@owlbos, genel dinleyici yorumlarına baktığımızda haklısın, gerçekten underrated kalıyor. Reddit’teki “progmetal” ve “Opeth” subreddit’lerinde diğer şarkılar hakkında bir sürü yorum görmeme rağmen Serenity Painted Death ile ilgili hiçbir şey okumadım. Neyse ki PA kitlesi gerekli övgüleri yapmış :)
22.01.2023
@owlbos, Bence burda da yeteri kadar övülmemiş. İçli solosu ve ardından gelen clean vokalde, hala tüylerim diken diken oluyor.
21.10.2023
@owlbos, Serenity Painted Death harbiden nasıl bu kadar az takdir edilir anlamadım. En sevdiğim Opeth şarkısı olabilir. 1.24′te giren malum riffi ve sonrasındaki vokalleri ilk duyduğum zamanı dün gibi hatırlıyorum aklımı çıkarmıştı. Gelmiş geçmiş en iyi rifflerden biri. Başındaki ”uh..”, vokalin girişi, oradan nakarata bağlayışı, ondan sonraki aksak melodi ve sonrasında giren solo. Gün içinde aklıma dolanıp duruyor yıllardır o aksak kısım falan. Metal müzikte yazılmış en iyi şarkılardan biri direkt.
The Moor’un ”Pale touch, writhing in the embers…” kısmında sağ kulak iyice cozutuyor. Bu durumdan şarkıyı ilk dinlediğim günden beri şikayetçiyim. Şarkının en güzel anı piç oluyor. Genel olarak ses konusunda bir düzensizlik mevcut albümde. Plak dinler gibi yer yer bozulmalar oluyor.
@owlbos, ”White faced haggard grin” diye başlayan kısım favori Opeth anım olabilir. Müthiş şarkı. Hakkının verilmediği konusunda haklısın.
20.10.2023
@Yiğit, Remastered versiyonunda öyle bir problem sezemedim.
20.10.2023
@Cryosleep, spotify’dan dinledim daha bugün remastered versiyonunu. Hala var. Takmadıysan kulaklıkla dene. Sağ kulaktaki ses cozutuyor baya.
Fuck y’all!!!!!!