DREAM THEATER dinlemenin hâlâ “cool” sayıldığı, metal dinlemeye yeni yeni başlayan, öğrenmeye aç genç insanların “DREAM THEATER dinleyen adam müzikten anlıyordur, kaliteli yaşıyordur” gibisinden fikirlere kapıldığı belki de son zamanlar olan 1999-2000 civarında tanıştım DREAM THEATER’la. Her adımınızda bir korsan CD satıcısının üzerine bastığınız o korsan çılgınlığının en yoğun olduğu dönemde, her iki adımımdan birinde üzerinde insan suratı olan bir kapak görüyor, ne olduğuna bakmadan yoluma devam ediyordum.
Konu DREAM THEATER olduğunda, metale yeni başlayan çoğu gençte şöyle bir durum var sanırım. METALLICA, MEGADETH, IRON MAIDEN gibi gruplar, bu müziği merak ettiğiniz ilk andan itibaren hemen ulaşabildiğiniz, herkes dinlediği için bir anda hepsiyle birden tanışabildiğiniz gruplar. Televizyonda bir METALLICA klibine rastlamak, birinin üstünde çok hoşunuza giden bir IRON MAIDEN tişörtü görmek gayet olası bir şeyken, DREAM THEATER’la ilk karşılaşma biraz daha farklı oluyordu sanırım; en azından doksanlarda. Türü içerisindeki en popüler ve nispeten “piyasa” bir grup olduğundan, seyrek de olsa bir şekilde sağdan soldan duyarak, muhtemelen top ya da keçi sakallı, gözlüklü bir gencin üstünde nadiren tişörtünü görüp merak ederek, veya “sen o dinlediklerini bir şey mi sanıyorsun, önce bir DREAM THEATER dinle de iyi grup neymiş anla” türü telkin ve önerilerle gazlanarak karşılaşılıyor bu güzide grupla.
Uzatmayalım, ben de bu tarz bir “sen seversin” telkiniyle duydum grubu ve ardından da “hani şu adam suratı olan kapaklı grup mu?” sorusuyla onaylataraktan, ilk gördüğüm yerde bu insan suratı kapaklı albümü aldım.
Son yedi sekiz yıldaki gidişatlarıyla seveninden sevmeyenine çeşitli şekillerde eleştirilen, doksanlarda olduğu kadar tek taraflı tapınmayla yaklaşılmayan DREAM THEATER, kabul etmek lazım ki metalle yeni tanışan, ya da en azından o ana kadar “normal” şeyler dinleyen birisi için, ilk karşılaşmada gerçek bir şok etkisi yaratan, insanın aklını başından alan bir grup. “Images & Word” günlerini bilmiyorum, muhakkak ki o günlerde albümü duyup da aklını kaybeden, müzik hakkında bildiği her şeyi gözden geçiren sayısız insan olmuştur. Benim karşılaşmam “Metropolis Pt. 2: Scenes From a Memory”yle oldu. Albümü aldım, dinlemeye başladım ve daha ilk andan aklımda beliren şey, hayranlık, şaşkınlık ve inanma güçlüğü dolu bir “o… ha…” oldu. Hatta şimşeğin çaktığı ilk yeri de söyleyeyim, Overture 1928′in 0.42′si gibi giren gitar ve sonrasındaki klavye davul bölümünde, resmen, yani fiziksel olarak, ağzım açık kalmıştı.
Öncesine hiç girmeden doğrudan bu albüme odaklanırsak, şahsi kanaatim “Scenes From a Memory”nin son önemli DREAM THEATER albümü olduğu yönünde. Dahası, bence bu iyimser bir ifade. Kötümser ifade, “Scenes From a Memory”nin DREAM THEATER’ın, ileride çıkacaklar da dahil son önemli albümü olduğu.
Öncelikle “Scenes From a Memory”nin çok çok iyi bir albüm olduğu ortada. Bunun sencesi bencesi yok. Daha ilk birkaç şarkı bitmeden progresif metal tarihinin önemli bir yapı taşıyla karşı karşıya olduğunuzu, metal tarihinin konu itibariyle olmasa da müzikal bütünlük adına en mükemmel konsept albümlerinden birini dinlediğinizi fark ediyorsunuz (tabii kendi ilk dinlememden bahsetmiyorum, benim o sırada progresif metal namına bir şeyden haberim yoktu). Eğer büyük bir hırsla ve azimle DREAM THEATER’dan nefret etmiyor, başında progresif sıfatı olan her şeyden ölesiye tiksinmiyorsanız, albüme giriş yapan Overture 1928 ile Strange Deja Vu’yu beğenmeyecek, etkilenmeyecek pek kimse olduğunu sanmıyorum.
Konsept bir albüm olduğundan şarkı şarkı değerlendirilmeye gerek olmayan “Scenes From a Memory”yi tek bir şarkı olarak da görebiliriz. Victoria’lara, Sleeper’lara, 1928′e, terapist abiye gitmeye gerek yok, on yıldır binlerce kez bahsedildi hepsinden. Ama müzikal açıdan söz edilesi bir şeyler var elbet. Tohumları 1996′dan atılmaya başlanan ve başta otuz dakikalık tek bir şarkı olarak düşünülen “Scenes From a Memory”nin sonrasında ne olup da seksen dakikalık bir albüme dönüştüğünü bilmiyorum, ancak bir şekilde, bir sürü çok iyi fikrin bir araya geldiği ve müzisyenlik olduğu kadar içerik ve duygu anlamında da çok başarılı anların iç içe geçtiği bir eser olarak karşımıza çıktığı aşikâr.
Bu yazıyı okuyup da albümü hiç dinlememiş pek kimse olduğunu sanmıyorum, o yüzden şarkıların detayına inmeyelim. Bildiğimiz gibi her şarkı bir öncekinin bıraktığı yerden sizi eline geçiren, size yeni kapılar açan, o kapıdan alıp başka kapılarla dolu başka yerlere götüren, tekrar eden üç dört notalık bir kalıpla dahi bir anda birkaç şarkı öncesini aklınıza getiren, aynı melodinin farklı anlarda farklı duygular yaratabileceğini gösteren, kısacası bir saniyesini dahi boşa harcamadan toptan bir mükemmellik ortaya koyan bir çalışma.
Tüm grup elemanlarının aşmış (AŞMIŞ) performanslarıyla coşan, DREAM THEATER’a ve büyük orandaki progresif metal gruplarına özgü o “zor ve acayip şeyler yapma” olayına zaman zaman girse de genele bakıldığında hiçbir şarkının sırıtmadığı “Scenes From a Memory”yi, şahsen beste anlamında grubun en başarılı albümü olarak görüyorum. Önem açısından belki bir “Images & Words” değil, ancak şarkılardaki profesyonellik ve bunun getirdiği deneyimle oluşan besteleme gücü, eşsiz enstrüman hakimiyetiyle birleşince… Cidden öyle böyle değil.
Diğer elemanlar zaten isteseler de kötü performans gösteremediklerinden, albümdeki müzisyen performanslarından en çok James LaBrie’ninki dikkat çekiyor ve lafı ediliyor. LaBrie’nin kariyerindeki en güçlü yorumunun bu albümde olduğunu düşünüyorum. Konsepti ve sözleri mükemmel betimleyen ve anlatılan olayın tansiyonuna göre inip çıkan yorumu, çok ince düşünülmüş vokal melodileri, arkadaki cümbüşe daha iyisi olmaz dedirtecek kadar uyan ses rengiyle, LaBrie bu albümde her anlamda parlıyor. Şahsen hastası olduğum bir vokalist olmasa da, “Scenes From a Memory”de tüm kalbini, tüm yeteneğini ortaya koyduğunu düşünüyorum.
Son düzlüğe girilirken, “Scenes From a Memory”yi, progresif metalin tam olarak olması gerektiği gibi yapıldığı, içinde müzisyen gösterişleri olsa da beste babında muazzam bölümler içeren, baştan sona su gibi akıp giden müzikal bir zafer anı olarak görüyorum. DREAM THEATER piyasa bir grup olarak görüldüğünden, DREAM THEATER’ı övmenin bu müziği yüzeysel olarak bilmekle eşleştirildiği, neredeyse progresif metal seven insanların bile DREAM THEATER övgüsünü küçümsediği bu zamanda, grubun zamanında, dünyada belki de başka hiçbir grubun yapamayacağı düzeyde işler yaptığını göz ardı etmemek lazım.
“Falling Into Infinity”yi eleştiren bir sürü insan gördüm, “Awake”i dahi tam benimseyemeyen pek çok yazı okudumsa da, “Scenes From a Memory”yi göklere çıkarmayan, başyapıt olarak nitelemeyen hiçbir yazı okumadım diyebilirim. Dediğim gibi bence DREAM THEATER bu albümle bu müziğe verebileceği son başyapıtı da verdi ve ardından işi “mesleğe”, “fabrikasyona” döktü. Umarım yanılırım, ama bundan sonra bir daha başımızı döndürecek bir şey çıkaramayacaklarını düşünsem de, “Scenes From a Memory” bu müzik var oldukça hayranlıkla bakılacak, bu müziğe yeni alışmaya çalışan genç dimağların kalp atışlarını hızlandıracak eserlerden biri olmayı sürdürecek.
Kadro James LaBrie: Vokal
John Petrucci: Gitar
Mike Portnoy: Davul
Jordan Rudess: Klavye
John Myung: Bas
Şarkılar Act I
01. Scene One: Regression
02. Scene Two: I. Overture 1928
03. Scene Two: II. Strange Deja Vu
04. Scene Three: I. Through My Words
05. Scene Three: II. Fatal Tragedy
06. Scene Four: Beyond This Life
07. Scene Five: Through Her Eyes
Act II
08. Scene Six: Home
09. Scene Seven: I. The Dance Of Eternity
10. Scene Seven: II. One Last Time
11. Scene Eight: The Spirit Carries On
12. Scene Nine: Finally Free
dream theater’ın bence son “başarılı” albümüydü. yazıda belirtilen “bence DREAM THEATER bu albümle bu müziğe verebileceği son başyapıtı da verdi ve ardından işi “mesleğe”, “fabrikasyona” döktü. Umarım yanılırım…” cümlesine katılmamam mümkün değil ama sanırım birçok kez yanılacağız. ben bundan sonra umudu kestim onlardan. yapsalardı şimdiye kadar çoktan yaparlardı. ben anlamıyorum bu gruptaki müzisyenleri. herşey tamam, mükemmel bir müzik bilginiz, arkanızda da koskocaman 70′ler progresif rock müziği var ve kendilerinin son dönemdeki müziklerine baktığımızda progresif’den eser yok. oysa portnoy ne güzel transatlantic’de çalıyor çabalıyor güzel işler ortaya çıkarıyor. bu müzisyenlerin bir problemi var ve ben çözemedim. metropolis albümündeki tonlara bakıldığında herşey mükemmel gidiyor ama sonraki albümlerde sorun başlıyor. petrucci’nin aynı tonlarda çalması, rudess’in “continuum” merakı, labrie’ın efektli vokalleri, portnoy’un kroslara abanma çalışmaları/rap tarzı vokalleri ve grubun tamamının bambaşka -bana göre negatif- müzikal yönlere kayması dream theater’ın sonunu getirmiştir. bu metropolis albümünden sonraki herhangi bir albümüyle anılacaklar mı? bence koskocaman bir HAYIR! onlar awake ile images and words ile ve metropolis albümleriyle yapacaklarını yapmışlar bundan sonrası bu işin popülerlik bazında kaymağını yemek. progresif metal’de dream theater yalpalaya yalpalaya gidiyor, gitsin bakalım. ve son olarak tanrı SHADOW GALLERY’i REDEMPTION’ı korusun!
(şu aşağıdaki durum grubun şimdiki halini çok iyi özetliyor.) http://tinyurl.com/yc2whxa
Şu bahsedilen şok.. Birkaç kere yaşıyor insan sadece. Çok özel oluyor bu albümler.
Öncesinden hala dinlediğim gruplar olsa da birşeyler dinleyip eğlenmekten öte müzik dinlemeye Sfam ile başlamışımdır. Kişisel yorum hedefini tamamlama yolunda katkımı da yapayım :)
yahu kim ne derse desin dream theater bence hala super müzik yapıyor black clouds&silver linings albumu de iyi bir albumdur ayrıca metropolisten sonraki six degrees.. albümüde çok iyi bir albümdür “kopruden onceki son cıkıs” yada “bunlarda isi fabrikasyona doktu” lafları bana çok abuk geliyo
Bunun ardından gelen 6doit de az sağlam albüm değildir. Sonra saçmaladı ama kendileri, toplanamaz da artık.
Grubun derdi daha popüler olmak. Tarz progresif iken, daha popüler olmaya da çalışınca bi yandan, ortaya bi travesti çıkıyo işte, buna da black clouds and silver linings falan diyoruz.
En sevdiğim albümler arasındadır Metropolis, notunu hakeder.
Ben de her anadolu liseli metalci gibi o yıllarda hastası olmuştum albümün. Dream Theater bir fenomendi bizler için. Fizikten kalma pahasına İstanbul’a konsere bile gitmiştim. Sonra biz büyüdük ve bozuldu Dream Theater ama SFAM en sevdiğim albümler listesinin üst sıralarına yerleşmişti. Davullarını ezbere bildiğim albümlerdendir yine.
Live Dvd sini de seyretmesi çok zevklidir. Vokal arada bozulur, arkadaki videolar dandiktir. Ama duygusal şarkıların icrası ayrı bir güzel, hayvani olanlarınki ayı bir güzeldir. The Dance Of Eternity’de, Home’da, Through Her Eyes’da falan dibi düşer insanın.
Bir de müzik dinlemeye başlama yorumunun aynısını başka yerde gördüm az önce. Önemli bu albüm hakikaten. :)
Six degrees’i çok benimseyemedim bir türlü. çok acayip sevdiğim şarkılar da var ama işte grand debate’tir, albümle aynı addaki şarkıdır, içine giremiyorum. Diğer yandan Train of Thought’u ve kısmen Octavarium’u çoğunluğun aksine seven biriyim. Systematic Chaos’aysa cidden dayanamıyorum.
heat’in yorumuna yönelik diyebileceğim, sonra çıkan albümlerin kötü olmasından çok, prog metal adına önem taşıyan son albüm olarak Scenes From a Memory’yi görüyor olmam. Yoksa DT bundan sonra da çok acayip şeyler yapabilir pek sanmasam da, ama Images & Words, Awake ve Scenes…’in yanına dördüncü bir başyapıt ekleyemez diye düşünmekteyim.
prog. metal tarihindeki önemi için 10
prog. rock tarindeki önemi için 8
genel metal tarihindeki önemi için 7,5
genel müzik tarihindeki önemi olarak da 7 verebilirim. ortalama olarak 8 verdim.
i&w ve awake dönemindeki rush taklitçiliğinden sıyrıldıkları, 6 degrees döneminde başlayan deney yapma hastalığına da daha kapılmadıkları dönemin ürünü. dvd’de comment’leri açtığınız zaman hangi şarkıda queen’den, nerede megadeth’ten, nerede radiohead’den etkilendiklerini tek tek saymış olsalar da ortaya çıkan şeyin bulamaç değil de kararlı bir ürün olması nedeniyle (adına kısaca füzyon deniyor, lte’de başaramadıkları bir şey) bence de bugüne kadar yaptıkları en özgün iş budur.
diğer yandan en iyi albümlerinin (daha az özgün de olsa) yine de i&w olduğunu düşünüyorum.
bu arada bu albümün koyduğu kurallar 2000′lerin başlarında aynı yoldan giden bir sürü grup tarafından benimsendi. bu albümde yapılan bir sürü enstrüman ve prodüktör numarası neredeyse endüstri standardı haline geldi. prog.metal ve kısmen prog.rock piyasası uzunca bir süre bu kısır döngüden çıkamadı. taa ki 2005′te mars volta frances the mute’u çıkarıp bu türe kendi kurallarını koyuncaya kadar.
bu albümün bence en önemli özelliği dünya tarihinin gelmiş geçmiş en iyi albümü olması (oha) şaka bi yana, albümü beğenmeyen adamla ben tanışmak istiyorum, merak ediyorum.
clubber sevgilimden, ferhat göçerci anneme, DT ile “asansöre mi biniyoruz müzik mi dinliyoruz auzhuhsdf” diye dalga geçen grungeçı ve punkçı arkadaşlarıma kadar herkesin bir şekilde beğendiği şarkıların olduğu bir albüm yapmayı başarmış adamlar.
ve bunu piyasa olmadan becermişler. takliti en son uçta kullanarak müthiş bir inovasyon örneği sergilerken, kaliteden ödün vermemişler.
ama asıl önemlisi 79′da ölen prog müziği resmen tek başlarına ayağa kaldırdılar. prog, geeklerin freaklerin müziği olmaktan çıkıp geniş kitlelere hitap etmesini bu albüme borçludur.
Grupla tanışma hikayemiz oldukça benziyor. Ama ben önce Awake ile de başlamış olabilirim, tam hatırlamıyorum şimdi. Çok yakın zamanda tanıştım iki albümle. Bakalım davulcu değişikliği gruba nasıl gelecek, son bir-iki başyapıt daha çıkarabilecekler mi… (Petrucci’nin yaratıcılığına birşeyler olmuş gibi, Portnoy’da da bu vardı. 6 Degrees’den sonra hiç şaşırdığım bir atraksiyonu yoktu ikisinin de)
ben, dream theater ile ilk tanışmam train of thought albümüyle oldu. “as i am”, “in the name of god” iyi şarkılardı… “scenes from a memory” bence de çok çok iyi bir albüm… konsept olması, müzikal zenginliği onu pek çok albümden ayırıyor… “overture 1928″in açılışındaki ilk 1 dakikayı unutamam; “işte budur ya!!!” demiştim… dream theater dinleyen biri olarak, sonraki albümlerde aynı yaratıcılık olmasa da, 6 degrees – octavarium – train of thought (bence heavy metal albümü) – black clouds & silver linings de kaliteli albümler, dinlenir yani :)) … ahmet saraçoğlu’na katılıyorum,”systematic chaos”a ben de ısınamadım, sevmedim, sevmeyeceğim… scenes from a memory öncesi için, tabiki “i & w” diyorum… son dönemde portnoy’un ayrılışına üzüldüm, ancak hiçbir şey nedensiz değil… fikir ayrılıkları, grup olmaktan uzaklaşma vs. olduğu ortada… kötü işler ortaya çıkartacaklarına, ayrı yollarda farklı güzellikleri önümüze serebilirler bence…
vokalleri tarafından yamulan albümdür, albüm hayvan gibi gidiyor, harikulade, birden labrie başlıyor, “she never really had a chance, on that fateful moonlit night”, kendi kendime şunu diyorum, “hay allah noldu cd mi bozuldu, sanki biraz yavaş dönüyo, yoooo”, birden sinirlerim bozuluyor, “ulan ne … adammış şu … oğlu … çocuğu … anasını avradını … labrie” derken home, ardından belkide dt’nin en sağlam şarkısı the dance of eternity, hazdan 31310 köşe olan ben, bir ses duyuyorum, “it doesn’t make any sense”, “ulan gene mi başladı bu … labriesi … labrie … labrie”, cd’yi ileri sarıp finally free’yle bitiriyorum…
albüm iyi, ama bazı şarkılar elton john cover’ı gibi, 8 gider…
dream theater’dan ilk göz ağrım.budur diyorum.bambaşka ufuklar açtı bana.progresif metalin o virtüoze yaklaşma hayvanlığının bazen sıktığı(çok kez bile) düzenden çok güzel sıyrılmış,vokaller,davullar her anlamda teknik konuşturan orantılı güdümlü,çok da farklı duyguları bir arada yaşadığım bir albüm.Awake’i de ayrı severim.iyi ki var olmuşsunuz be.
Başka hiçbir albüm, genel virtüözite olarak bunun yanına yaklaşamaz. Zaten konu müzikalite, düzenleme ve virtüöziteyse; bu heriflerin herkesten birkaç ışık yılı uzakta olduğunu kabul etmek lazım. Ama bu albümle çıtayı öyle bir yere çektiler ki, ne yazık ki şu an bizzat DT’ın kendisi bile bu albümüne yakın bir iş yapabilecek gibi görünmüyor.
@Metalium, Dünyadaki tüm albümleri biliyor gibi konuşmak pek doğru değil. Kaldı ki metal müzik, virtüözite konusunda başat tarzlardan birisi değil. Sadece metal ekseninde böyle deseydin, az çok anlayabilirdim.
Bence dt nin en iyi albümü, özellikle sonu çok vurucu. Rakı masasında hüzünlenirken bile “metalden şaşmam” diyenler için oldukça ideal. Kanaatte kullanarak 10u bastım.
ilk metalcilik dönemlerinde bu albümü dinlemiş birinin höst! dememesi imkansız bana göre. sevsin veya sevmesin. zamanında yüzümü şekilden şekle sokmuşluğu mevcut o yüzden. portnoy buradaki kadar “yerinde” davullar yazamadı bence bi daha. onu da direktoman söylüyeyim bir “davullar iyi” adamı olarak.
yazım yanlışı: ”adam müzikten alıyordur” anlıyordur olacaktı sanırım. ilk paragrafın ilk cümlesinin sonunda yer alıyor. düzeltmek isterseniz diye yazıyım.
onun dışında bir fan olmasam da DT ile söylemek istediğim çok kısa ve öz bir şey var; o da şu: ben dinlediğim grupların albümlerini en iyi, en sevdiğim (favorim) vb. şekillerde ayırmayı ve kategorizasyonu çok seven birisiyimdir. Dream Theater, hem en iyi bulduğum hem de en sevdiğim albümü aynı olan Metal Müzik tarihindeki tek gruptur.
Buna rağmen en sevdiğim ”konsept, prograsif metal albümü” Remedy Lane olsa da, bu albümü gerçekten ortaya koyabilecekleri en iyi iş olarak görüyorum. Dream Theater’ın ”derdi” burada bitiyor arkadaşlar.
Bu albümü Metal ve Rock müzik ile ilgilenen, arada duyduğu sırada burun kıvırmayan, sinema, sahne vb. konseptler ile ilgilenen herkese dinletiyorum. Çoğu OPETH’e, Pain of Salvation’a geçmeden önce bu albümü dinlemiş oluyor ve en sevdikleri konsept albüm genellikle her zaman için Metropolis olarak kalıyor.
Dünya gezegeni garip yer. İnsan ırkı da garip bir canlı. Bu tanrısal, ölümsüz eseri yaratan grup üyelerinden yaratıcılığı alan düzen nasıl bir düzendir. Aklım almıyor.
dream theater’ın bence son “başarılı” albümüydü. yazıda belirtilen “bence DREAM THEATER bu albümle bu müziğe verebileceği son başyapıtı da verdi ve ardından işi “mesleğe”, “fabrikasyona” döktü. Umarım yanılırım…” cümlesine katılmamam mümkün değil ama sanırım birçok kez yanılacağız. ben bundan sonra umudu kestim onlardan. yapsalardı şimdiye kadar çoktan yaparlardı. ben anlamıyorum bu gruptaki müzisyenleri. herşey tamam, mükemmel bir müzik bilginiz, arkanızda da koskocaman 70′ler progresif rock müziği var ve kendilerinin son dönemdeki müziklerine baktığımızda progresif’den eser yok. oysa portnoy ne güzel transatlantic’de çalıyor çabalıyor güzel işler ortaya çıkarıyor. bu müzisyenlerin bir problemi var ve ben çözemedim. metropolis albümündeki tonlara bakıldığında herşey mükemmel gidiyor ama sonraki albümlerde sorun başlıyor. petrucci’nin aynı tonlarda çalması, rudess’in “continuum” merakı, labrie’ın efektli vokalleri, portnoy’un kroslara abanma çalışmaları/rap tarzı vokalleri ve grubun tamamının bambaşka -bana göre negatif- müzikal yönlere kayması dream theater’ın sonunu getirmiştir. bu metropolis albümünden sonraki herhangi bir albümüyle anılacaklar mı? bence koskocaman bir HAYIR! onlar awake ile images and words ile ve metropolis albümleriyle yapacaklarını yapmışlar bundan sonrası bu işin popülerlik bazında kaymağını yemek. progresif metal’de dream theater yalpalaya yalpalaya gidiyor, gitsin bakalım. ve son olarak tanrı SHADOW GALLERY’i REDEMPTION’ı korusun!
(şu aşağıdaki durum grubun şimdiki halini çok iyi özetliyor.)
http://tinyurl.com/yc2whxa
Şu bahsedilen şok.. Birkaç kere yaşıyor insan sadece. Çok özel oluyor bu albümler.
Öncesinden hala dinlediğim gruplar olsa da birşeyler dinleyip eğlenmekten öte müzik dinlemeye Sfam ile başlamışımdır. Kişisel yorum hedefini tamamlama yolunda katkımı da yapayım :)
yahu kim ne derse desin dream theater bence hala super müzik yapıyor black clouds&silver linings albumu de iyi bir albumdur ayrıca metropolisten sonraki six degrees.. albümüde çok iyi bir albümdür “kopruden onceki son cıkıs” yada “bunlarda isi fabrikasyona doktu” lafları bana çok abuk geliyo
Bunun ardından gelen 6doit de az sağlam albüm değildir. Sonra saçmaladı ama kendileri, toplanamaz da artık.
Grubun derdi daha popüler olmak. Tarz progresif iken, daha popüler olmaya da çalışınca bi yandan, ortaya bi travesti çıkıyo işte, buna da black clouds and silver linings falan diyoruz.
En sevdiğim albümler arasındadır Metropolis, notunu hakeder.
Dream Theater’ın devrimini yaptığı son albümdür.Hala iyi albümler çıkartsalar da ’90lardaki o devrimci ve özel DT ruhundan çok uzaktalar.
Ben de her anadolu liseli metalci gibi o yıllarda hastası olmuştum albümün. Dream Theater bir fenomendi bizler için. Fizikten kalma pahasına İstanbul’a konsere bile gitmiştim. Sonra biz büyüdük ve bozuldu Dream Theater ama SFAM en sevdiğim albümler listesinin üst sıralarına yerleşmişti. Davullarını ezbere bildiğim albümlerdendir yine.
Live Dvd sini de seyretmesi çok zevklidir. Vokal arada bozulur, arkadaki videolar dandiktir. Ama duygusal şarkıların icrası ayrı bir güzel, hayvani olanlarınki ayı bir güzeldir. The Dance Of Eternity’de, Home’da, Through Her Eyes’da falan dibi düşer insanın.
Bir de müzik dinlemeye başlama yorumunun aynısını başka yerde gördüm az önce. Önemli bu albüm hakikaten. :)
Six degrees’i çok benimseyemedim bir türlü. çok acayip sevdiğim şarkılar da var ama işte grand debate’tir, albümle aynı addaki şarkıdır, içine giremiyorum. Diğer yandan Train of Thought’u ve kısmen Octavarium’u çoğunluğun aksine seven biriyim. Systematic Chaos’aysa cidden dayanamıyorum.
heat’in yorumuna yönelik diyebileceğim, sonra çıkan albümlerin kötü olmasından çok, prog metal adına önem taşıyan son albüm olarak Scenes From a Memory’yi görüyor olmam. Yoksa DT bundan sonra da çok acayip şeyler yapabilir pek sanmasam da, ama Images & Words, Awake ve Scenes…’in yanına dördüncü bir başyapıt ekleyemez diye düşünmekteyim.
prog. metal tarihindeki önemi için 10
prog. rock tarindeki önemi için 8
genel metal tarihindeki önemi için 7,5
genel müzik tarihindeki önemi olarak da 7 verebilirim. ortalama olarak 8 verdim.
i&w ve awake dönemindeki rush taklitçiliğinden sıyrıldıkları, 6 degrees döneminde başlayan deney yapma hastalığına da daha kapılmadıkları dönemin ürünü. dvd’de comment’leri açtığınız zaman hangi şarkıda queen’den, nerede megadeth’ten, nerede radiohead’den etkilendiklerini tek tek saymış olsalar da ortaya çıkan şeyin bulamaç değil de kararlı bir ürün olması nedeniyle (adına kısaca füzyon deniyor, lte’de başaramadıkları bir şey) bence de bugüne kadar yaptıkları en özgün iş budur.
diğer yandan en iyi albümlerinin (daha az özgün de olsa) yine de i&w olduğunu düşünüyorum.
bu arada bu albümün koyduğu kurallar 2000′lerin başlarında aynı yoldan giden bir sürü grup tarafından benimsendi. bu albümde yapılan bir sürü enstrüman ve prodüktör numarası neredeyse endüstri standardı haline geldi. prog.metal ve kısmen prog.rock piyasası uzunca bir süre bu kısır döngüden çıkamadı. taa ki 2005′te mars volta frances the mute’u çıkarıp bu türe kendi kurallarını koyuncaya kadar.
bu albümün bence en önemli özelliği dünya tarihinin gelmiş geçmiş en iyi albümü olması (oha) şaka bi yana, albümü beğenmeyen adamla ben tanışmak istiyorum, merak ediyorum.
clubber sevgilimden, ferhat göçerci anneme, DT ile “asansöre mi biniyoruz müzik mi dinliyoruz auzhuhsdf” diye dalga geçen grungeçı ve punkçı arkadaşlarıma kadar herkesin bir şekilde beğendiği şarkıların olduğu bir albüm yapmayı başarmış adamlar.
ve bunu piyasa olmadan becermişler. takliti en son uçta kullanarak müthiş bir inovasyon örneği sergilerken, kaliteden ödün vermemişler.
ama asıl önemlisi 79′da ölen prog müziği resmen tek başlarına ayağa kaldırdılar. prog, geeklerin freaklerin müziği olmaktan çıkıp geniş kitlelere hitap etmesini bu albüme borçludur.
Grupla tanışma hikayemiz oldukça benziyor. Ama ben önce Awake ile de başlamış olabilirim, tam hatırlamıyorum şimdi. Çok yakın zamanda tanıştım iki albümle. Bakalım davulcu değişikliği gruba nasıl gelecek, son bir-iki başyapıt daha çıkarabilecekler mi… (Petrucci’nin yaratıcılığına birşeyler olmuş gibi, Portnoy’da da bu vardı. 6 Degrees’den sonra hiç şaşırdığım bir atraksiyonu yoktu ikisinin de)
ben, dream theater ile ilk tanışmam train of thought albümüyle oldu. “as i am”, “in the name of god” iyi şarkılardı… “scenes from a memory” bence de çok çok iyi bir albüm… konsept olması, müzikal zenginliği onu pek çok albümden ayırıyor… “overture 1928″in açılışındaki ilk 1 dakikayı unutamam; “işte budur ya!!!” demiştim… dream theater dinleyen biri olarak, sonraki albümlerde aynı yaratıcılık olmasa da, 6 degrees – octavarium – train of thought (bence heavy metal albümü) – black clouds & silver linings de kaliteli albümler, dinlenir yani :)) … ahmet saraçoğlu’na katılıyorum,”systematic chaos”a ben de ısınamadım, sevmedim, sevmeyeceğim… scenes from a memory öncesi için, tabiki “i & w” diyorum… son dönemde portnoy’un ayrılışına üzüldüm, ancak hiçbir şey nedensiz değil… fikir ayrılıkları, grup olmaktan uzaklaşma vs. olduğu ortada… kötü işler ortaya çıkartacaklarına, ayrı yollarda farklı güzellikleri önümüze serebilirler bence…
vokalleri tarafından yamulan albümdür, albüm hayvan gibi gidiyor, harikulade, birden labrie başlıyor, “she never really had a chance, on that fateful moonlit night”, kendi kendime şunu diyorum, “hay allah noldu cd mi bozuldu, sanki biraz yavaş dönüyo, yoooo”, birden sinirlerim bozuluyor, “ulan ne … adammış şu … oğlu … çocuğu … anasını avradını … labrie” derken home, ardından belkide dt’nin en sağlam şarkısı the dance of eternity, hazdan 31310 köşe olan ben, bir ses duyuyorum, “it doesn’t make any sense”, “ulan gene mi başladı bu … labriesi … labrie … labrie”, cd’yi ileri sarıp finally free’yle bitiriyorum…
albüm iyi, ama bazı şarkılar elton john cover’ı gibi, 8 gider…
dream theater’dan ilk göz ağrım.budur diyorum.bambaşka ufuklar açtı bana.progresif metalin o virtüoze yaklaşma hayvanlığının bazen sıktığı(çok kez bile) düzenden çok güzel sıyrılmış,vokaller,davullar her anlamda teknik konuşturan orantılı güdümlü,çok da farklı duyguları bir arada yaşadığım bir albüm.Awake’i de ayrı severim.iyi ki var olmuşsunuz be.
Başka hiçbir albüm, genel virtüözite olarak bunun yanına yaklaşamaz. Zaten konu müzikalite, düzenleme ve virtüöziteyse; bu heriflerin herkesten birkaç ışık yılı uzakta olduğunu kabul etmek lazım. Ama bu albümle çıtayı öyle bir yere çektiler ki, ne yazık ki şu an bizzat DT’ın kendisi bile bu albümüne yakın bir iş yapabilecek gibi görünmüyor.
05.08.2011
@Metalium, Individual Thought Patterns?
05.08.2011
@Ufuk, “o kimin albümü”
05.08.2011
@hen, ITP (İttihat ve Terakki Partisi)
05.08.2011
@Metalium, Dünyadaki tüm albümleri biliyor gibi konuşmak pek doğru değil. Kaldı ki metal müzik, virtüözite konusunda başat tarzlardan birisi değil. Sadece metal ekseninde böyle deseydin, az çok anlayabilirdim.
05.08.2011
@Metalium, progressive rock diye bir tür var haberin var mı hani yes, king crimson filan..
05.08.2011
@Metalium, a sceptic’s universe.
06.08.2011
@Metalium, naptın kardeş :S
15.02.2023
@Metalium, yohamına
Images & Words kritiği olsa bi de süper olur yahu.
Bence dt nin en iyi albümü, özellikle sonu çok vurucu. Rakı masasında hüzünlenirken bile “metalden şaşmam” diyenler için oldukça ideal. Kanaatte kullanarak 10u bastım.
ilk metalcilik dönemlerinde bu albümü dinlemiş birinin höst! dememesi imkansız bana göre. sevsin veya sevmesin. zamanında yüzümü şekilden şekle sokmuşluğu mevcut o yüzden. portnoy buradaki kadar “yerinde” davullar yazamadı bence bi daha. onu da direktoman söylüyeyim bir “davullar iyi” adamı olarak.
Hunharca övmekte hiçbir sakınca bulunmayan albümlerden. Tanrının albümü gibi.
yazım yanlışı: ”adam müzikten alıyordur” anlıyordur olacaktı sanırım. ilk paragrafın ilk cümlesinin sonunda yer alıyor. düzeltmek isterseniz diye yazıyım.
onun dışında bir fan olmasam da DT ile söylemek istediğim çok kısa ve öz bir şey var; o da şu: ben dinlediğim grupların albümlerini en iyi, en sevdiğim (favorim) vb. şekillerde ayırmayı ve kategorizasyonu çok seven birisiyimdir. Dream Theater, hem en iyi bulduğum hem de en sevdiğim albümü aynı olan Metal Müzik tarihindeki tek gruptur.
Buna rağmen en sevdiğim ”konsept, prograsif metal albümü” Remedy Lane olsa da, bu albümü gerçekten ortaya koyabilecekleri en iyi iş olarak görüyorum. Dream Theater’ın ”derdi” burada bitiyor arkadaşlar.
Bu albümü Metal ve Rock müzik ile ilgilenen, arada duyduğu sırada burun kıvırmayan, sinema, sahne vb. konseptler ile ilgilenen herkese dinletiyorum. Çoğu OPETH’e, Pain of Salvation’a geçmeden önce bu albümü dinlemiş oluyor ve en sevdikleri konsept albüm genellikle her zaman için Metropolis olarak kalıyor.
Dünya gezegeni garip yer. İnsan ırkı da garip bir canlı. Bu tanrısal, ölümsüz eseri yaratan grup üyelerinden yaratıcılığı alan düzen nasıl bir düzendir. Aklım almıyor.
hayatımın albümü…
15.02.2023
@asil, net bir şekilde Dream Theater’ın en beğendiğim albümü. Tek kelimeyle şaheser.
Su aynı, kattığın şey suyu bozmaz. Her albümlerinde, her parçalarında ilahi özü duyuyorum.
Manyak bir aile
https://www.instagram.com/reel/DAj4Os8N17X/?igsh=MWRoM2czMWRzaGVmZA==