Bundan altı yedi yıl kadar önce, başka bir internet sitesine bu albümle ilgili düşüncelerimi içeren bir yazı yazmıştım. Fazlasıyla kişisel, bu albümün bana hissettirdilerine dair, yazın açısından iyi olmayan ancak içerik olarak samimi olduğunu düşündüğüm bir yazıydı. O yazı, nasıl olduysa bir şekilde ilgi çekti ve sayesinde pek çok insanla tanıştım, tebrik aldım. Yüz yüze olmasa da internet üzerinden hâlâ görüştüklerim var. Başta bu albümün yazısını bu şekilde yazmamayı, o eski yazıyı aynen koymayı düşünüyordum. Ama sonradan bundan vazgeçip o yazıdan alıntılar yaparak yeni bir yazı yazmaya karar verdim. Bu albüme başka türlü bir yazı yazmam asla mümkün olmadığından, kişisel bir yazı olacak.
Başlayalım.
“1998 yılı… Lise 3’te okuyan ve metal müzikten hoşlanan ancak sınırlı sayıda grubu dinleyen, dinlediği müziğin yelpazesini genişletmesi gerekirken, birkaç albümle yetinip sadece bu birkaç albümü dinleyen bir genç. O günlerde, bir sınıf arkadaşının bahsettiği bir grup var. İsmi DEATH. “Abi bunu bi dinle bak. Tek bir şarkıda yirmi yedi ayrı rif var” diyen arkadaşına, “sonra bakarım” diye cevap veriyor genç ve METALLICA, MEGADETH, SEPULTURA dinlemeyi sürdürüyor günlerce. Arkadaşı bir gün okula bir DEATH albümü getiriyor ve albüm kitapçığının içindeki resimdeki bir adamı gösteriyor. “İşte bu adam bak. Tam bi dahi. Mutlaka dinle” diyor. Genç ise o dönemin verdiği cahillikle adamın resmine bakıp “tipi fareye benziyo ya adamın” deyip gülüyor anlamsızca. Aylar geçiyor…”
“The Sound of Perseverance”ın benim için ne denli önemli olduğunu, manevi anlamda neler hissettirdiğini kelimelerle anlatmak gerçekten de kolay değil. İnsanın kafasındaki sorulara cevaplar aradığı, çocukluktan çıkıp “nedenleri” sorguladığı, kafasından geçen kimi kavramların gerçek anlamda algılanmış farkındalıklar mı, yoksa yine pek çok şeyden emin olunamayan bu dönemin kararsızlıkları mı olduğunun ayrımını yapmakta dahi zorlanılan bu zihinsel gelişim ve ileriye yönelik karakter oluşturma döneminde, birtakım sorulara beni tatmin edecek cevaplar aradığım sırada çıktı bu albüm karşıma.
“Genç bir gün Kadıköy’e gidiyor. Akmar Pasajı’nın önünde öylesine gezinirken, kopya CD satıcılarından birinin tezgahında “DEATH – The Sound of Perseverance” adlı CD’yi görüyor. Arkadaşı aylar önce okulda albümü ona gösterdiğinde olayla o kadar ilgisizmiş ki, tezgahtaki CD’nin kapağı ona tanıdık gelmiyor. Şöyle bir düşünüyor. Dinlediği tüm grupların thrash metal grupları olduğu aklına geliyor ve değişik bir şey dinlemenin fena olmayacağını geçiriyor aklından. Zaten sonuçta 1,5 milyon liralık bir şey… Beğenmese ne fark eder ki? Dinlemez, olur biter.”
“Bayağı kapalı bir hava var. Yağmur yağdı yağacak. Genç, albümü almadan Akmar Pasajı’na giriyor belki bir METALLICA konser albümü bulurum diye. Her dükkana soruyor, bulamıyor. Akmar’dan çıkıyor, tekrar aynı tezgahın önüne geliyor. CD’ye bakıyor. Hiçbir şey almadan eve dönmek istemediği için CD’yi alıyor.
Kapağını açıyor. Sarı bir CD ve üzerinde son derece özensiz bir yazı ile “death – sound of perseverence” yazıyor. Albümün isminin kopya CD’ye yanlış yazıldığını bile fark etmeyen genç, discman’indeki “SEPULTURA – Chaos A.D.” CD’sini çıkarıp kopya CD’nin kabına koyuyor.
DEATH CD’sini discman’e yerleştirken, CD’nin üzerine bir yağmur damlası düşüyor. Parmağıyla yağmuru siliyor, CD kutusunu cebine koyuyor ve tam o sırada muazzam bir gök gürültüsü ile bardaktan boşanırcasına bir yağmur başlıyor. Koyu gri Kadıköy gökyüzü altında, Akmar’dan minibüslere doğru yürümeden önce yağmurluğunun kapşonunu kafasına geçirirken, bir anda coşan yağmurla birlikte, pek de merak etmediği albümü içine koyduğu discman’in play düğmesine basıyor ve discman’i da diğer cebine koyuyor… Müzik çalmaya başlıyor.”
Metal müziği giderek daha fazla merak ettiğim ve araştırdığım zamanlardı. Şunu kabul etmek lazım: Metal müzik, barındırdığı kimi öğeler sayesinde, ergenlik dönemindeki kararsız, bir şekilde kendini ifade etmek isteyen ve bunun için bir araç arayan insanlar için bir çıkıştır. İsyan mı etmek istiyorsunuz? Ne olduğunu bilemediğiniz bir şeylere karşı kızgın mısınız? Etraftaki diğer uyarıcılar duygularınızı dışarıya vurmak, içinize attığınız bazı şeyleri, yine içinizden çıkaramasanız da yatıştırmak adına yetersiz mi kalıyor? İşte bu noktada müzik, insan için bir yardımcıya, bir çıkışa dönüşüyor.
“Daha önce duymadığı tarzda bir davul giriyor birden. “Vaaay… Davulcusu iyi galiba” diye düşünüyor genç ve yağmur nedeniyle hızlı adımlarla minibüslere doğru yürümeye başlıyor. Birden davul kesiliyor ve çok kısa ve hızlı bir gitar solosu giriyor. Ardından da, daha önce yaşamadığı bir duyguyu yaşamasına neden olan ve duyduğu anda tam anlamıyla dizlerinin bağının çözülmesine neden olan bir rif giriyor. Tüm tüyleri ürperiyor gencin. Hemen durup CD kutusunu çıkartıyor cebinden. Parçanın ismine bakıyor, “Scavenger of Human Sorrow” yazıyor kapakta.”
“Aklı başından gidiyor resmen. “Böyle bir rif nasıl olabilir?” diye düşünürken, en derin hayal gücü kaynaklarından beslenircesine gelen ve tüm yırtıcılığıyla saldıran bir vokal giriyor. Yağmurun altında paçalarından sular damlayarak kalakalıyor genç. Yürüyemiyor… Gerçekten yürüyemiyor. Hayatında ilk kez duyduğu bir şey onu neredeyse ağlamaklı yapıyor. Bir an eli pause tuşuna gidiyor, “durdurayım, minibüste dinlerim doğru düzgün” diye geçiriyor aklından, ama yapamıyor.
Şarkı, müzikten öte bir varlıkmışçasına tüm beynini sarıyor gencin. Minibüse doğru yürümeye başlıyor şarkıyı dinlemeye devam ederken. Bir yandan eliyle ıslanan gözlük camlarını silerken, ağzından çıkan buhar eşliğinde ilerliyor ancak dinlediği şey dışındaki hiçbir şeyi fark etmiyor adeta. Tüm görüş alanı kararıyor ve yüzde yüz müziğe konsantre oluyor. Şarkı devam ettikçe genç adeta büyüleniyor ama aldığı zevk nedeniyle tebessüm bile edemiyor. Sanki zevk alamıyor. “Bu nasıl olabilir?” diye geçiriyor aklından. “Nasıl olur da bunu daha önce duymadım?” Şarkı sürekli değişiyor. Duruyor, tekrar başlıyor, hızlanıyor, her enstrüman daha önce duymadığı sesler çıkarıyor. Resmen yorgun düşüyor genç.
Ve sonuçta şarkı bitiyor. Genç minibüste oturduğunu ve minibüsün de hareket halinde olduğunu fark ediyor. Müzik yüzünden adeta paralize olduğundan, minibüse binişini, oturuşunu ve minibüsün kalkışını hatırlamıyor bile.
Şarkı biter bitmez hemen pause’a basıyor ve minibüs parasını uzatıyor. Ardından da sıradaki parçanın adına bakıp sanki sınav sonucunu öğrenmek üzere heyecanla bekleyen bir öğrenci gibi şarkının girmesini bekliyor. Parça başlıyor ve tekrar aynı şeyi yaşıyor genç. Tüm tüyleri diken diken oluyor.
İlk şarkıya göre daha yavaş başlıyor parça ve vokal tekrar giriyor çıldırtırcasına. Gözlerini kapayan genç, daha önce hiç duymadığı bir müzik eşliğinde pek çok görüntüler görmeye başlıyor. Şarkı sözleri sanki onun için yazılmışçasına devam ediyor. Vokal “…steal the sun and the moon from the sky!” diye bağırırken, gözlerini kapatan gencin aklından bin bir görüntü geçiyor. Havada uçtuğunu, ardından birden toprağı delip yer altında büyük bir hızla ilerlediğini, ardından okyanus dibine indiğini, oradan tekrar gökyüzüne fırlayıp karanlık mağaralara girdiğini hayal ediyor; tümü saliseler içinde oluyor bunların.
Yolculuk devam ederken üçüncü, dördüncü ve beşinci parçalar da bitiyor. Her anı şaşırtıcılıkla dolu dakikalar yaşıyor genç. Dördüncü parça “A Story to Tell”’de gerçekten ağlamak istiyor. O anda. Minibüste. Kimseyi umursamadan…
Adı “The Flesh and the Power It Holds” olan beşinci parçada ayağıyla ritim tutmak istese de, bir türlü yapamıyor. Ayağı yerden kalkmıyor. Hareketsizce oturuyor koltukta.
Ve ineceği yere geliyor. Minibüsten iner inmez beşinci parça bitiyor ve altıncı parça başlamadan discman’in pili bitiyor. Hemen eve koşuyor, odasına giriyor ve discman’e yeni piller takıp yatağına uzanıyor. Altıncı parçanın ismine bakıyor. “Voice of the Soul” yazıyor kapakta. Play tuşuna basıyor…”
Geçmişe dair kısmı burada keselim ve uzatmak istemediğim finale gelelim.
“The Sound of Perseverance”, hayatımda büyük önem teşkil eden ve ne tuhaftır ki bunca zamandan sonra bile her geçen gün daha fazla sevdiğim bu müzik içerisinde, beni manevi anlamda en çok etkileyen, sadece müzik olarak değil, genel anlamda hayatıma etki etmiş, belki şu an bu satırları yazmamı sağlayan, olayı müzik dinleme kavramından çıkarıp çok daha başka yerlere götüren, kısacası hayatımın en önemli albümüdür. İlk dinlediğim sırada ne Chuck Schuldiner diye birinin varlığından, ne de death metal diye bir türden ve bu türün iyi ya da kötü yapılma kıstaslarından haberdardım. “The Sound of Perseverance” bir şekilde bir yerlerden yollanmış bir vahiy gibi geldi, beni başta da bahsettiğim tarzdaki bir arayış döneminde buldu ve böylece de hayatta en sevdiğim, diğer her şeyden ayrı tuttuğum bir albüm oldu.
Bugün bana sorsalar, ölene kadar tek bir albüm dinleyeceksin, neyi seçersin? Cevabı bellidir. Bugüne dek gördüğün en iyi şarkı sözleri, bugüne kadar gördüğün en güzel kapak hangi albümdedir, cevabı bellidir.
Duygusallaşıp “neden öldün Chuck, şöyle yetenekliydin, böyle önemliydin”e girmeye gerek yok. DEATH hiçbir zaman geriden gelmedi. Chuck her zaman yapılmayanı, daha önce benzeri olmayanı yaptı. Metal müzik, Chuck’ın ölümüyle birlikte sadece eşi benzeri olmayan bir müzisyenini değil, bu müziğin geleceğini belirleyecek bir yapı taşını da kaybetti. Chuck ölmeseydi, death metal belki de bugün olduğundan daha ilerde, daha rekabetli olacaktı. Çünkü yapacağı yeni albümlerle şimdiki gruplara bire bir olarak bir şeyler öğretecek, onların ufkunu açacak bir öğretmen de onlarla aynı anda albümler çıkarıyor olacaktı.
Tahmin edemeyeceğin kadar çok insanın hayatına dokundun Chuck. Teşekkürler.
Kadro Chuck Schuldiner: Gitar, vokal
Richard Christy: Davul
Scott Clendenin: Bas
Shannon Hamm: Gitar
Şarkılar 01. Scavenger Of Human Sorrow
02. Bite The Pain
03. Spirit Crusher
04. Story To Tell
05. Flesh And The Power It Holds
06. Voice Of The Soul
07. To Forgive Is To Suffer
08. A Moment Of Clarity
09. Painkiller [JUDAS PRIEST cover'ı]
Bu albümü her dinlediğinde niye öldün be chuck diyorum. bütün şarkılar muhteşem gerçekten. ve death eski albümlere göre çok daha iyi, büyük ihtimal daha da iyi olacaktı tabii o ölmeseydi. bu albüme 10 puan vermeyenin alnını karışlarım.(öeh)
sadece muzik olmaktan cok daha otede.benim için onemi o kadar buyuk ki kelimelerle cidden ifade edemiyorum.chuck ın spirit crusher dediğini her duyduğumda ne bileyim story to tell in 1.dk dan sonra giren o dunya otesi melodi başladığında elim ayağım kesiliyo sanki.cidden kelimelerle ifade edemiyorum
bu efsanevi yazının sahibinin burda olduğunu bilmek güzel..
bende 3 sene önce bu yazıyı okuyup the sound of perseverance ile başlamıştım death dinlemeye.
hayatımın grubunu keşfetmeme yardımcı olmuşsunuz efendim. saygıyla eğiliyorum.
Güzel şeyler oluyor.. Bu albümle olmasa da Death dinlemeye başlamama sebep eski bir forumda alıntılanan bu yazı ve samimiliğiydi. Tekrar karşılaşmayı beklemiyordum . Mutlu etti :)
Seri içinse etmeyi bilmediğim kadar samimi bir teşekkür gerekiyor. Gerçekten şu bir haftanın özel geçmesini sağladı. Hepinizin emeğine sağlık :)
Benim de hayatıma her anlamda büyük etkisi olmuş bir albümdür. Hislerimizi anlatmaya kalksak sayfalar yetmez. “To Forgive is to Suffer”ın 44. saniyesinde giren riflere kayıtsız kalamıyorum mesela.
Bir de değinmek istediğim diğer konu, Painkiller cover’ı. Herhangi bir coverın orijinalinden daha iyi olabileceğine ihtimal veren biri değilim, fakat istisnalar mevcuttur. Judas Priest’a saygısızlık olarak algılanmasını istemem, ama Death cover’ı orijinalinden daha çok etkiliyor beni. Kulaklarımdan alev topu fırlayacakmış gibi acayip bir hisse kapılıyorum. Farkında olmadan yolda yürürken kasıldığımı, beynimi zorladığımı fark ediyorum. Yorgun düşüyorum.
3 sene öncesine götürdü bu kritik beni. elime zor’u alıp okurken aksakritim sitesini öğrenmem, ardından kritiği voice of the soul açıp okumam ve arkasından iki gram göz yaşı dökmem. bir albüm ancak bu kadar güzel ifade edilebilir heralde.
“Vokal “…steal the sun and the moon from the sky!” diye bağırırken, gözlerini kapatan gencin aklından bin bir görüntü geçiyor. Havada uçtuğunu, ardından birden toprağı delip yer altında büyük bir hızla ilerlediğini, ardından okyanus dibine indiğini, oradan tekrar gökyüzüne fırlayıp karanlık mağaralara girdiğini hayal ediyor”
eline, yüreğine sağlık ahmet abi.
seri bitti.. sanki chuck’ı yeniden kaybetmiş gibi üzüldüm. kısa süreliğine de olsa hatırlamak çok güzeldi. özellikle bu şekilde. kritikler için ahmet’e hysteresis’e sambalici’ya ve batuhan’a teşekkürler. hayatımızı değiştirdiği içinse chuck’a ne kadar teşekkür etsek ve ansak az…
Death ile ilgili farklı gruplardan duyduğum birkaç şey:(kendim birebir duymadım tabi.)
Desire:”Death olmasaydı belki bugün tüm bu yapılan şeyler death olarak anılmayabilirdi.”
Steve Digorgio:”Herkes benim Death’de muhteşem işler yaptığımdan bahsediyor. Fakat işin aslı ben oradayken çok da iyi bas çalmıyordum. Chuck ne söylerse onu çalıyordum. Death’den ve Chuck’dan sonra, tekniğim ve hakimiyetim tam olarak oturdu.” (Böyle bir şeyi söylemek de g.t ister, harbi büyüksün Digorgio)
Andy Larocque: “Death ve Chuck olmasaydı bu müzik bu kadar uzun süre ve bu kadar farklı yollara saparak yoluna devam edebilir miydi bilmiyorum. 90larda kurulup da “death den etkilenmedik” diyebilecek kadar saygısız bir grup tanımıyorum.”
Ha, bir de şu albümün puanına baktıkça tüylerim diken diken oluyor..
sözlüğe chuck’ın ruhuna taziyeler yazıp klavye başında böğüre böğüre ağladığım günlerden beri epey zaman geçti, bir sürü şey görüp tecrübelendik, biz büyüdük kirlendi dünya filan feşmekan ama şu albüm hala dinledikçe etkiliyor insanı, gerçi diğer kardeşleri de öyle. hala ilk günkü gibi taze. demek ki hepsi zamanın testini geçtiler diyebiliriz artık.
Sırf bu veya herhangi başka bir Death albümünün notu geçilmesin diye, diğer albümlere puan verirken hakettiğinden 1(yerine göre 2) puan düşük verir olmuşum, bu ne aşk birader öeh. Testamente 7 verdikten sonra farkettim durumun vehametini.
bir death albümünü ancak başka bir death albümü geçebilir. rakipleri çok olduğundan değil, bu türü aynı şekilde yapan başka bir grup olmadığından.
bu arada symbolic’i bu albüme tercih eden bir tek ben mi varım?
@masteroforion, bi türlü sindiremediğim bi albüm olduğu için bi yorum yapamıyorum bu konuda ama symbolic mi yoksa tSoP mı dendiği zaman symbolic diyorum ben :) yoksa bi sürü kişi ITP nin en iyi Death albümü olduğunu söylüyo, gerçekten öyle olsa gerek, sindirdikten sonra anlıcaz :)
@bloodshower, aslıdna the sound of persevarnce hem kayıt kalitesi daha iyi olduğundan hem de önceki iki albüme göre progressive olduğundan (şarkı yapıları da daha anlaşılır ve takip edilebilirdir mesela bundan dolayı) bence daha sindirilebilir. keza tsop’un death’in en iyi albümü olduğunu düşünenlerdenim ben de. mesela individual thought patterns’da riffler nakış gibi işlenmiş gibidir sanki, çok hızlı ve tekniktir. ama tsop’ta hem şarkılar birbirlerinden daha ayırt edilebilir tarzdadır hem de mesela daha kolay eşlik edilip, takip edilebilir kıvamdadır.
spirit crusher hatrına tsop diyorum ben en iyi death albümü olarak:)
Manevi yanını tümüyle unutabilirsem Symbolic müzikalite anlamında bundan daha iyi bence de. Mesela bir A Moment of Clarity, Death’in en iyi şarkılarından biri değil (zaten başta Control Denied’a yazılmış). Diğer yandan Symbolic’te harika olmayan tek bir nota yok bence. Yine de sevmek anlamında bununla kıyaslayamıyorum.
Ama bunları Ali ve Veli diye iki grup yaptı al dinle tümüyle müzikal olarak not ver deseler Symbolic’e 10, buna 9,5 verirdim gibime geliyo.
benim en sevdiğim Death albümü budur. symbolic’le kıyaslayacak olduğumda, hep şu olur; kulaklıkta perennial quest’in tanrısal outro’su çalmaktadır ve bende “evet, death dahil kimse bu müziği geçemez” düşüncesi oluşur. ancak bu peşin hüküm hiçbir zaman eni rahat bırakmaz ve sound of perseverance’a dönerim ve sıra flesh and the power it holds’a geldiğinde-özellikle gitar atışmalarında- kararım değişmiştir.
sound of perseverance’a dair tek olumsuz düşüncem, chuck’ın bu albümü yazarken kararsız oluşuydu. yani bana şöyle geliyor, elinde 20 şarkı vardı 8′ini death’e uygun gördü 8′ini control denied’a. kalan 4 diye sorulmasın, chuck onları kesip biçmiş dinlediğimz şarkılara eklemiştir. yani bu albümü yazarken gitarını omzuna yeni bir death albümü yazıyorum diye asmamıştır. tabi bu bencesi.
Ben de Symbolic’i tercih ediyorum, Death standartlarında bile çok farklı, karanlık bir havası var, ayrıca grubun en “catchy” albümü büyük ihtimalle. O dönemde yazılıp bu albüme konan Voice of the Soul’da bile görmek mümkün mesela Symbolic ruhunu.
bana göre gelmiş geçmiş en iyi heavy metal albümüdür(heavy metal’in babalarına ayıp ettiğimi düşünmüyorum çünkü Death ve Chuck bunu hakediyor).Bir albümün verdiği duyguyu içindeki bir şarkısında aramaya kalkarsam, to forgive is to suffer derim.şöyle ki: 44.saniyesindeki rifflerden sonra 01.16 saniyesinden sonraki rifflere kulak verin.
bakıp duruyorum bu sayfaya bişiler yazmalıyım diye. diğer albüm yorumları da farklı tablarda açık ama tam da kelimelerin yetersiz kaldığı bir durum bu benim için. ne diyebilirim ki dünyanın en iyi grubunun son albümü hakkında. sadece ilk kez duyarken, ki “acaba chuck bu sefer ne yaptı” diye bir devasa bir merakla dinlenir ilk kez her death albümü, davul ve arkasından o mini gitar solosu ile başladığında anlamıştım başıma neler geleceğini. en büyüktün chuck sen, hala da öylesin. belki trey azagtoth ve michael akerfeldt zorlar, ama zor zorlar….duygulandım mına koyim.
Okuduğum en iyi albüm kritiği (yerli/yabancı) ve dinlediğim en iyi “müzik” . The Flesh And The Power It Holds’un solosunda bir şeyleri hissedemeyen bir şeyleri araştırmaya sorgulamaya yönelmeyen insan evladı varmıdır ? yoktur …
kritiklerin devamını dilerim Ahmet Saraçoğlu ellerinize sağlık.
Bu kritiğin eski olanını yıllar önce tesadüfen sözlükte okuyup hiç dinlemediğim bir grubun hiç tanımadığım gitaristi için akan gözyaşlarıma engel olamamıştım, şimdi de yine tesadüfen bu kritiği okuyup geçmişe döndüm, bir hoş oldum. Klavyene sağlık, ne diyeyim.
Yazının Baştan Sona İçinde Bulunan Noktaya Virgüle Dahil Herşeyine Katılıyorum ama şu Kısmına Daha Bi Katılıyorum:
“Bugün bana sorsalar, ölene kadar tek bir albüm dinleyeceksin, neyi seçersin? Cevabı bellidir. Bugüne dek gördüğün en iyi şarkı sözleri, bugüne kadar gördüğün en güzel kapak hangi albümdedir, cevabı bellidir.”
Evil Chuck! \m/
Negzel albümmüş bu yahu!Şarkılar uzun ama bünyeyi sıkmıyor bu uzunlukta.
Voice Of The Soul’un 1.50 sonrasından daha güzel bir şey varsa bu albümde o da To Forgive is To Suffer ana riff’idir.
ilk duyduğumda ağlayasım geldi.Vay anam vayy :’(
@Avcı, voice of the soul 2.05 – 3.02 arası (özellikle 2.20′de başlayan kısım)…
google’a astral seyahat nasıl yapılır yazmanıza gerek yok çok kolay yolları var.
ben bu albümde ağladığımı biliyorum gitar ağlasa ne olur :)
yazıcak çok fazla şey var ama en önemlisi şu dünyada gelmiş geçmiş bakın bir daha yazıyorum GELMİŞ GEÇMİŞ en iyi metal gitaristi CHARLES MICHEAL SCHULDINER’dır.
Bir insanın gitarla yapabileceği şeylerin neredeyse sınırına ulaşmış, metalin bence (ve kafası çalışan her kafa sallayan arkadaşımızın da idrak etmesi gerektiği gibi) en nitelikli türünü yaratmış, onu kendi başına çok uzaklara taşımış ve şu metal alemindeki en efendi karaktere sahip ermiş bir kişidir.
bu albümün eksi verilcek yanını aramak bile gerizekalılığın baş kıstasıdır. ve ayrıca cover nasıl olmalı sorusunun cevabı (cover ÖZGÜN olmalı) çok güzel verilmiştir.
Fragile Art Of Esixtence gerçekten başyapıt çocuğum gibi severim. Lakin Chuck asıl vedasını bence bu albümle yapmıştır. inanmıyorsanız voice of the soul dinleyin.
lise çağında Death ile tanışan genç, Akmar pasajı, zamanında kopya CDlerin satıldığı o unutulmaz tahta iskemleler, yağmurlu ve renksiz gri bir kadıköy, artık kullanılmayan discmanler, metal müziğin aslının ne olabileceğine dair unutulan şeyler, eski müzik alışkanlarının bir anda en duygusal riflerle ezilip geçilmesi karşısındaki ilk başdöndürücü deneyim, kaybettiğimiz bir müzisyen hakkında söylenmesi gereken ama duymaya alışık olmadığım bir çift söz, gösterişçi olmayan bir samimiyet, her şeyiyle Türk, Türkiyeli bir kritik, her şeyiyle metal müziğe, Chuck’a yakışan bir kritik, en çok da bu albüme yakışan bir kritik. herhalde bu albüm için
bundan daha iyi bir kritik okumamışımdır, okumayacağım da. böyle başından geçen bir şeyi en içten bir şekilde yazdığında, kendini yazdığında herkesi yazmış oluyorsun, kendini anlatırken herkesi anlatıyorsun, ben de kendimden çok şey buldum. unutulan şeylerin kederli güzelliğini hatırlattığın için teşekkürler.
ahah bunu hiç bilmiyordum ya :D ama şarkının tamamı symbolic döneminde yazılmamıştır be :D son düzenlemeleri falan tsop döneminde yapmıştır chuck belki olamazmı lan olur bence :D geçen nete düşen breaking the broken’ın solosu mesela gerçeğiyle karşılaştırınca yavan kalıyor (gerçeği kadar muazzam değil yani). belki voice of the soul’da öyleydi nerden biliyosun :D hem yine’de üstat sezmiş olabilir bu fani dünyada çok vaktinin kalmadığını ve epik bir veda etmesi gerektiğini symbolic vaktinde bir sonraki albümdede yayınlamış olabilir şarkıyı. teori çok beyin bedava :D
bu arada kritiği tekrar okudumda harbiden candan olmuş.
devamı gelir umarım böyle içten kritiklerin.
Ahmet ile aynı yaştayız.Bende o zamanda Metallica’dan Sepultura’dan pek uzaklaşmazdım.Ama aramızdaki fark onun gidip Death’in albümünü alması.Ben ise gidip Korn’un cdsini almıştım aynı yaşlarda.Bu siteyi görmeden önce Death ismini duymamıştım diyemem ama Chuck Schuldiner kimdir diye sorsanız öyle mal gibi bakardım.Açıkçası bu kritiği okuduktan sonra albümü edindim.Ahmet’in bu albümle tanışmasından 10 küsur sene sonra.Şu anda saat 3′e geliyor ve Voice Of The Soul’u sanırım yirminci kez dinliyorum.Biraz önce okuduklarıma göre Schuldiner kanser tedavisinin maddi sıkıntılar dolayısıyla yapılamaması ya da geç yapılmasından dolayı hayata gözlerini kapamış.(wikipedia) Doğru dürüst tanımadığınız biri için üzülürmüsünüz bilmiyorum ama belki de bu gece Voice Of The Soul’u bir türlü geçememem bu nedendir.Son olarak diyeceğim şu ki;
Keşke Korn’un cdsini almasaymışım be Ahmet.Bende sana çok geçte olsa bu albümle tanışmama aracı olduğun için teşekkür ederim. (Hep Ahmet dedim ama umarım kızmasın.Eminim Akmar’da birçok kez geçişmişizdir.)
@ben, sağolasın. Evet, ikimiz baya farklı yönlere sapmışız zamanında. Ama valla özendim Voice of the Soul’u ilk kez dinliyor olmana. :) Nasıl bi zevktir o ilk an.
@ben, chuck’ın kanser yüzünden öldüğünü öğrendiğimde bende gözyaşı dökmüştüm nihayet aradığın müziği yapan adamı bulup öldüğünü öğrenmek acı ve ağlatması gayet doğal bişey :)
bu arada a moment of clarity’nin solosu youtube’daki yorumlarda da sıkça yazdığı gibi bir insanın yazmış olduğu en iyi solo. (hasiktir flesh and the power it holds ne lan o zaman diyen beni yamultur)
Hem bu yazıyı hem de alıntılanan yazıyı bilgisayara kaydettim arada açıp sapık gibi okyuroum :D abi öyle bi dille anlatmışsın ki kendimden geçiyorum okurken. Ellerine sağlık.
Albümü dinlemeden bu kritiği okudum, sonra bu albümü çok merak edip dinlemeye başladım.
Scavenger of Human Sorrow bittiği anda dedim “adam fazlasıyla haklıymış” diye. Albümdeki tüm şarkılar harika da, Scavenger of Human Sorrow’un davulları ayrı bitirmiştir beni. Hele 02:02′deki o atak mı desem ne desem bilemedim o şey beni her dinlediğimde şaşırtır.
dinlediğim ilk death albümü olmasından olsa gerek, en sevdiğim death albümüdür, hele o voice of the soul 314141 tane burzum şarkısı eder (yaptığı yıkım açısından :)) sprit crusher, story to tell mükemmel, hele chuck’ın painkiller’daki screamleri, soloları, painkiller için şimdiye kadar yapılmış en iyi cover diyebilirim…
ekşideki olayı koyduğun iyi olmuş, buraya üye olmadan önce okumuştum ve gayet etkilenmiştim, harbi ahmet sen yazar olmalıymışın :D bi de en güzel yerinde kesmişin :(
Okumaya başlamadan önce “Bismillahirrahmanirrahim” dediğim ilk kritik bu olsa gerek.
Bu albümü her dinlediğinde niye öldün be chuck diyorum. bütün şarkılar muhteşem gerçekten. ve death eski albümlere göre çok daha iyi, büyük ihtimal daha da iyi olacaktı tabii o ölmeseydi. bu albüme 10 puan vermeyenin alnını karışlarım.(öeh)
sadece muzik olmaktan cok daha otede.benim için onemi o kadar buyuk ki kelimelerle cidden ifade edemiyorum.chuck ın spirit crusher dediğini her duyduğumda ne bileyim story to tell in 1.dk dan sonra giren o dunya otesi melodi başladığında elim ayağım kesiliyo sanki.cidden kelimelerle ifade edemiyorum
bu efsanevi yazının sahibinin burda olduğunu bilmek güzel..
bende 3 sene önce bu yazıyı okuyup the sound of perseverance ile başlamıştım death dinlemeye.
hayatımın grubunu keşfetmeme yardımcı olmuşsunuz efendim. saygıyla eğiliyorum.
Son cümle beni benden aldı , çok güzel yazmışsın dostum benimde hayatıma en çok etki eden albümlerden biridir.
Güzel şeyler oluyor.. Bu albümle olmasa da Death dinlemeye başlamama sebep eski bir forumda alıntılanan bu yazı ve samimiliğiydi. Tekrar karşılaşmayı beklemiyordum . Mutlu etti :)
Seri içinse etmeyi bilmediğim kadar samimi bir teşekkür gerekiyor. Gerçekten şu bir haftanın özel geçmesini sağladı. Hepinizin emeğine sağlık :)
oha! gerçekten, oha! bir kritik ancak bu kadar iyi yapılabilir. kesinlikle çok başarılı bir saygı duruşu. tebrikler ahmet!
Sağolun. :)
15.01.2013
@Ahmet Saraçoğlu, Bu tarz yani hikayesi olan albümlerin kritiklerini bir kez okumakla yetinmiyorum,bilgine abi :)
15.01.2013
@eartop, eyvallah. Yazması da eğlenceli oluyo. :)
15.01.2013
@Ahmet Saraçoğlu, o zaman ileride devamının geleceğini umut ediyorum :)
Benim de hayatıma her anlamda büyük etkisi olmuş bir albümdür. Hislerimizi anlatmaya kalksak sayfalar yetmez. “To Forgive is to Suffer”ın 44. saniyesinde giren riflere kayıtsız kalamıyorum mesela.
Bir de değinmek istediğim diğer konu, Painkiller cover’ı. Herhangi bir coverın orijinalinden daha iyi olabileceğine ihtimal veren biri değilim, fakat istisnalar mevcuttur. Judas Priest’a saygısızlık olarak algılanmasını istemem, ama Death cover’ı orijinalinden daha çok etkiliyor beni. Kulaklarımdan alev topu fırlayacakmış gibi acayip bir hisse kapılıyorum. Farkında olmadan yolda yürürken kasıldığımı, beynimi zorladığımı fark ediyorum. Yorgun düşüyorum.
Böyle işte. Etkileyici bir yazı, sağolunuz :)
3 sene öncesine götürdü bu kritik beni. elime zor’u alıp okurken aksakritim sitesini öğrenmem, ardından kritiği voice of the soul açıp okumam ve arkasından iki gram göz yaşı dökmem. bir albüm ancak bu kadar güzel ifade edilebilir heralde.
“Vokal “…steal the sun and the moon from the sky!” diye bağırırken, gözlerini kapatan gencin aklından bin bir görüntü geçiyor. Havada uçtuğunu, ardından birden toprağı delip yer altında büyük bir hızla ilerlediğini, ardından okyanus dibine indiğini, oradan tekrar gökyüzüne fırlayıp karanlık mağaralara girdiğini hayal ediyor”
eline, yüreğine sağlık ahmet abi.
ve dediğin gibi teşekkürler chuck.
bu albümle tanışmamın senaryosuda seninki gibiydi desem bana inanırmısın ahmet??…ama bi farkla, benimki akmar zihniden alınma orjinal kasetti…
seri bitti.. sanki chuck’ı yeniden kaybetmiş gibi üzüldüm. kısa süreliğine de olsa hatırlamak çok güzeldi. özellikle bu şekilde. kritikler için ahmet’e hysteresis’e sambalici’ya ve batuhan’a teşekkürler. hayatımızı değiştirdiği içinse chuck’a ne kadar teşekkür etsek ve ansak az…
bu albüme piyasa, basit diyen insanlar acaba hayatlarında bu kadar yaratıcı bestelerin olduğu kaç metal albümü dinlemişlerdir acaba?
Death ile ilgili farklı gruplardan duyduğum birkaç şey:(kendim birebir duymadım tabi.)
Desire:”Death olmasaydı belki bugün tüm bu yapılan şeyler death olarak anılmayabilirdi.”
Steve Digorgio:”Herkes benim Death’de muhteşem işler yaptığımdan bahsediyor. Fakat işin aslı ben oradayken çok da iyi bas çalmıyordum. Chuck ne söylerse onu çalıyordum. Death’den ve Chuck’dan sonra, tekniğim ve hakimiyetim tam olarak oturdu.” (Böyle bir şeyi söylemek de g.t ister, harbi büyüksün Digorgio)
Andy Larocque: “Death ve Chuck olmasaydı bu müzik bu kadar uzun süre ve bu kadar farklı yollara saparak yoluna devam edebilir miydi bilmiyorum. 90larda kurulup da “death den etkilenmedik” diyebilecek kadar saygısız bir grup tanımıyorum.”
Ha, bir de şu albümün puanına baktıkça tüylerim diken diken oluyor..
“yitip giden” tagi yürek burkuyor.
sözlüğe chuck’ın ruhuna taziyeler yazıp klavye başında böğüre böğüre ağladığım günlerden beri epey zaman geçti, bir sürü şey görüp tecrübelendik, biz büyüdük kirlendi dünya filan feşmekan ama şu albüm hala dinledikçe etkiliyor insanı, gerçi diğer kardeşleri de öyle. hala ilk günkü gibi taze. demek ki hepsi zamanın testini geçtiler diyebiliriz artık.
Sabah sabah hem yazı, hemde bir daha onun sihrini yeni işlerde duyamayacağımız düşüncesinin yüzümüze çarpması ağlattı…
çok merak ettiğin ve özlem duyduğun birşeyin gerçekleşmeme garantisi felaketten beterdir böyle durumlar için…chuck lu DEATH-2010?????
umudunu kesme bakarsın olur.
Bugün sonunda orjinaline kavustum baş köşeye koydum:D
22.03.2010
@Emre, ben de alacağım bu albümü. hayatımda ilk defa bir albüme para vereceğim sanırım :D bi de nerede bulunur, nereden alınır?
22.03.2010
İstanbul Akmar’da bulabilirsin.
22.03.2010
@Mustafa Sakallı, 1-2 ay önce sordum ama kalmamış albüm bi daha bakayım belki gelmiştir.
Sırf bu veya herhangi başka bir Death albümünün notu geçilmesin diye, diğer albümlere puan verirken hakettiğinden 1(yerine göre 2) puan düşük verir olmuşum, bu ne aşk birader öeh. Testamente 7 verdikten sonra farkettim durumun vehametini.
oh be yalnız değilmişim. Death geçilemez arkadaşım
bir death albümünü ancak başka bir death albümü geçebilir. rakipleri çok olduğundan değil, bu türü aynı şekilde yapan başka bir grup olmadığından.
bu arada symbolic’i bu albüme tercih eden bir tek ben mi varım?
31.03.2010
@Ufuk, ben de symbolic daha iyi diyorum. yine de her iki albüme de notum 10.
25.08.2010
@darth sidious, Ben Individual Thought Patterns en iyi Death albümü diye düşünenlerdenim.
25.08.2010
@masteroforion, bi türlü sindiremediğim bi albüm olduğu için bi yorum yapamıyorum bu konuda ama symbolic mi yoksa tSoP mı dendiği zaman symbolic diyorum ben :) yoksa bi sürü kişi ITP nin en iyi Death albümü olduğunu söylüyo, gerçekten öyle olsa gerek, sindirdikten sonra anlıcaz :)
25.08.2010
@Ufuk, sindirme problemi bende de var, defalarca dinlememe rağmen hala alamadı kalın kafam tSoP’yi. o yüzden symbolic’i daha bir severim.
25.08.2010
@bloodshower, aslıdna the sound of persevarnce hem kayıt kalitesi daha iyi olduğundan hem de önceki iki albüme göre progressive olduğundan (şarkı yapıları da daha anlaşılır ve takip edilebilirdir mesela bundan dolayı) bence daha sindirilebilir. keza tsop’un death’in en iyi albümü olduğunu düşünenlerdenim ben de. mesela individual thought patterns’da riffler nakış gibi işlenmiş gibidir sanki, çok hızlı ve tekniktir. ama tsop’ta hem şarkılar birbirlerinden daha ayırt edilebilir tarzdadır hem de mesela daha kolay eşlik edilip, takip edilebilir kıvamdadır.
spirit crusher hatrına tsop diyorum ben en iyi death albümü olarak:)
15.06.2013
@Ufuk, The Sound Of Perseverance 10/10,Symbolic 11/10.
Manevi yanını tümüyle unutabilirsem Symbolic müzikalite anlamında bundan daha iyi bence de. Mesela bir A Moment of Clarity, Death’in en iyi şarkılarından biri değil (zaten başta Control Denied’a yazılmış). Diğer yandan Symbolic’te harika olmayan tek bir nota yok bence. Yine de sevmek anlamında bununla kıyaslayamıyorum.
Ama bunları Ali ve Veli diye iki grup yaptı al dinle tümüyle müzikal olarak not ver deseler Symbolic’e 10, buna 9,5 verirdim gibime geliyo.
benim en sevdiğim Death albümü budur. symbolic’le kıyaslayacak olduğumda, hep şu olur; kulaklıkta perennial quest’in tanrısal outro’su çalmaktadır ve bende “evet, death dahil kimse bu müziği geçemez” düşüncesi oluşur. ancak bu peşin hüküm hiçbir zaman eni rahat bırakmaz ve sound of perseverance’a dönerim ve sıra flesh and the power it holds’a geldiğinde-özellikle gitar atışmalarında- kararım değişmiştir.
sound of perseverance’a dair tek olumsuz düşüncem, chuck’ın bu albümü yazarken kararsız oluşuydu. yani bana şöyle geliyor, elinde 20 şarkı vardı 8′ini death’e uygun gördü 8′ini control denied’a. kalan 4 diye sorulmasın, chuck onları kesip biçmiş dinlediğimz şarkılara eklemiştir. yani bu albümü yazarken gitarını omzuna yeni bir death albümü yazıyorum diye asmamıştır. tabi bu bencesi.
Ben de Symbolic’i tercih ediyorum, Death standartlarında bile çok farklı, karanlık bir havası var, ayrıca grubun en “catchy” albümü büyük ihtimalle. O dönemde yazılıp bu albüme konan Voice of the Soul’da bile görmek mümkün mesela Symbolic ruhunu.
bana göre gelmiş geçmiş en iyi heavy metal albümüdür(heavy metal’in babalarına ayıp ettiğimi düşünmüyorum çünkü Death ve Chuck bunu hakediyor).Bir albümün verdiği duyguyu içindeki bir şarkısında aramaya kalkarsam, to forgive is to suffer derim.şöyle ki: 44.saniyesindeki rifflerden sonra 01.16 saniyesinden sonraki rifflere kulak verin.
okurken gözlerim yaşardı , teşekkürler.
onların şarkılara kattıkları ruhu sende yazına katmışsın teşekkürler…
01.04.2010
ben teşekkür ederim.
tüm albümlere seri eksi oy veren biri var galiba, üstteki sıradaki albümlerin çoğu darbe yedi resmen :D
biri ya da birileri bu albume ozellikle dusuk not mu veriyo nedir?
bakıp duruyorum bu sayfaya bişiler yazmalıyım diye. diğer albüm yorumları da farklı tablarda açık ama tam da kelimelerin yetersiz kaldığı bir durum bu benim için. ne diyebilirim ki dünyanın en iyi grubunun son albümü hakkında. sadece ilk kez duyarken, ki “acaba chuck bu sefer ne yaptı” diye bir devasa bir merakla dinlenir ilk kez her death albümü, davul ve arkasından o mini gitar solosu ile başladığında anlamıştım başıma neler geleceğini. en büyüktün chuck sen, hala da öylesin. belki trey azagtoth ve michael akerfeldt zorlar, ama zor zorlar….duygulandım mına koyim.
Okuduğumda tüylerim diken diken oldu yazıyı eline sağlık.Benim gibi çoğu death metal fanın en sevdiği albümlerden biridir bu başyapıt.
Okuduğum en iyi albüm kritiği (yerli/yabancı) ve dinlediğim en iyi “müzik” . The Flesh And The Power It Holds’un solosunda bir şeyleri hissedemeyen bir şeyleri araştırmaya sorgulamaya yönelmeyen insan evladı varmıdır ? yoktur …
kritiklerin devamını dilerim Ahmet Saraçoğlu ellerinize sağlık.
23.07.2010
@Burak Canik, teşekkür ederim.
Bu kritiğin eski olanını yıllar önce tesadüfen sözlükte okuyup hiç dinlemediğim bir grubun hiç tanımadığım gitaristi için akan gözyaşlarıma engel olamamıştım, şimdi de yine tesadüfen bu kritiği okuyup geçmişe döndüm, bir hoş oldum. Klavyene sağlık, ne diyeyim.
25.08.2010
@nazo, sağol.
Yazının Baştan Sona İçinde Bulunan Noktaya Virgüle Dahil Herşeyine Katılıyorum ama şu Kısmına Daha Bi Katılıyorum:
“Bugün bana sorsalar, ölene kadar tek bir albüm dinleyeceksin, neyi seçersin? Cevabı bellidir. Bugüne dek gördüğün en iyi şarkı sözleri, bugüne kadar gördüğün en güzel kapak hangi albümdedir, cevabı bellidir.”
Evil Chuck! \m/
canım sıkıldıkça chuck’a dair birşeyler okumak istedikçe farem bu efsane kritiğe doğru gidiyor. Teşekkür ederim Ahmet Saraçoğlu.
ve bize eşsiz duygular hissettirdiğin için teşekkürler Chuck…
Negzel albümmüş bu yahu!Şarkılar uzun ama bünyeyi sıkmıyor bu uzunlukta.
Voice Of The Soul’un 1.50 sonrasından daha güzel bir şey varsa bu albümde o da To Forgive is To Suffer ana riff’idir.
ilk duyduğumda ağlayasım geldi.Vay anam vayy :’(
29.05.2011
@Avcı, voice of the soul 2.05 – 3.02 arası (özellikle 2.20′de başlayan kısım)…
google’a astral seyahat nasıl yapılır yazmanıza gerek yok çok kolay yolları var.
29.05.2011
@burak canik, ne güzel demişssin arkadaş. daha güzel tanımlanamazdı.
ben bu albümde gitarın ağladığını duydum
bkz.voice of the soul
ben bu albümde ağladığımı biliyorum gitar ağlasa ne olur :)
yazıcak çok fazla şey var ama en önemlisi şu dünyada gelmiş geçmiş bakın bir daha yazıyorum GELMİŞ GEÇMİŞ en iyi metal gitaristi CHARLES MICHEAL SCHULDINER’dır.
Bir insanın gitarla yapabileceği şeylerin neredeyse sınırına ulaşmış, metalin bence (ve kafası çalışan her kafa sallayan arkadaşımızın da idrak etmesi gerektiği gibi) en nitelikli türünü yaratmış, onu kendi başına çok uzaklara taşımış ve şu metal alemindeki en efendi karaktere sahip ermiş bir kişidir.
bu albümün eksi verilcek yanını aramak bile gerizekalılığın baş kıstasıdır. ve ayrıca cover nasıl olmalı sorusunun cevabı (cover ÖZGÜN olmalı) çok güzel verilmiştir.
Fragile Art Of Esixtence gerçekten başyapıt çocuğum gibi severim. Lakin Chuck asıl vedasını bence bu albümle yapmıştır. inanmıyorsanız voice of the soul dinleyin.
06.11.2010
@Burak Canik, güzel yazmışsın (eline sağlık), fakat voice of the soul’un symbolic döneminde yazılmış olması? :P
Ayrıca şu albümün puanını düşüren bir insan metalden bir s.kim çakıyorsa bende burak değilim.
@Burak Canik, Allahına Kurban! \m/
lise çağında Death ile tanışan genç, Akmar pasajı, zamanında kopya CDlerin satıldığı o unutulmaz tahta iskemleler, yağmurlu ve renksiz gri bir kadıköy, artık kullanılmayan discmanler, metal müziğin aslının ne olabileceğine dair unutulan şeyler, eski müzik alışkanlarının bir anda en duygusal riflerle ezilip geçilmesi karşısındaki ilk başdöndürücü deneyim, kaybettiğimiz bir müzisyen hakkında söylenmesi gereken ama duymaya alışık olmadığım bir çift söz, gösterişçi olmayan bir samimiyet, her şeyiyle Türk, Türkiyeli bir kritik, her şeyiyle metal müziğe, Chuck’a yakışan bir kritik, en çok da bu albüme yakışan bir kritik. herhalde bu albüm için
bundan daha iyi bir kritik okumamışımdır, okumayacağım da. böyle başından geçen bir şeyi en içten bir şekilde yazdığında, kendini yazdığında herkesi yazmış oluyorsun, kendini anlatırken herkesi anlatıyorsun, ben de kendimden çok şey buldum. unutulan şeylerin kederli güzelliğini hatırlattığın için teşekkürler.
ahah bunu hiç bilmiyordum ya :D ama şarkının tamamı symbolic döneminde yazılmamıştır be :D son düzenlemeleri falan tsop döneminde yapmıştır chuck belki olamazmı lan olur bence :D geçen nete düşen breaking the broken’ın solosu mesela gerçeğiyle karşılaştırınca yavan kalıyor (gerçeği kadar muazzam değil yani). belki voice of the soul’da öyleydi nerden biliyosun :D hem yine’de üstat sezmiş olabilir bu fani dünyada çok vaktinin kalmadığını ve epik bir veda etmesi gerektiğini symbolic vaktinde bir sonraki albümdede yayınlamış olabilir şarkıyı. teori çok beyin bedava :D
bu arada kritiği tekrar okudumda harbiden candan olmuş.
devamı gelir umarım böyle içten kritiklerin.
Ahmet ile aynı yaştayız.Bende o zamanda Metallica’dan Sepultura’dan pek uzaklaşmazdım.Ama aramızdaki fark onun gidip Death’in albümünü alması.Ben ise gidip Korn’un cdsini almıştım aynı yaşlarda.Bu siteyi görmeden önce Death ismini duymamıştım diyemem ama Chuck Schuldiner kimdir diye sorsanız öyle mal gibi bakardım.Açıkçası bu kritiği okuduktan sonra albümü edindim.Ahmet’in bu albümle tanışmasından 10 küsur sene sonra.Şu anda saat 3′e geliyor ve Voice Of The Soul’u sanırım yirminci kez dinliyorum.Biraz önce okuduklarıma göre Schuldiner kanser tedavisinin maddi sıkıntılar dolayısıyla yapılamaması ya da geç yapılmasından dolayı hayata gözlerini kapamış.(wikipedia) Doğru dürüst tanımadığınız biri için üzülürmüsünüz bilmiyorum ama belki de bu gece Voice Of The Soul’u bir türlü geçememem bu nedendir.Son olarak diyeceğim şu ki;
Keşke Korn’un cdsini almasaymışım be Ahmet.Bende sana çok geçte olsa bu albümle tanışmama aracı olduğun için teşekkür ederim. (Hep Ahmet dedim ama umarım kızmasın.Eminim Akmar’da birçok kez geçişmişizdir.)
16.11.2010
@ben, anus.com elitleri chuck aids yüzünden öldü diyorlar.
16.11.2010
@ben, sağolasın. Evet, ikimiz baya farklı yönlere sapmışız zamanında. Ama valla özendim Voice of the Soul’u ilk kez dinliyor olmana. :) Nasıl bi zevktir o ilk an.
29.05.2011
@ben, chuck’ın kanser yüzünden öldüğünü öğrendiğimde bende gözyaşı dökmüştüm nihayet aradığın müziği yapan adamı bulup öldüğünü öğrenmek acı ve ağlatması gayet doğal bişey :)
bu arada a moment of clarity’nin solosu youtube’daki yorumlarda da sıkça yazdığı gibi bir insanın yazmış olduğu en iyi solo. (hasiktir flesh and the power it holds ne lan o zaman diyen beni yamultur)
şimdi baktım da yorum yazmamışım. kesin yazmışımdır diye düşünüyordum.
ömrümde galiba ilk kez (bir daha da olmaz sanırsam) bir albüm kritiği okurken gözlerim doldu.
harika muziğini bizle paylastığın icin cok saol Chuck Schuldiner.huzur icinde yat.
Hem bu yazıyı hem de alıntılanan yazıyı bilgisayara kaydettim arada açıp sapık gibi okyuroum :D abi öyle bi dille anlatmışsın ki kendimden geçiyorum okurken. Ellerine sağlık.
31.01.2011
@Burak, ahaha. Sağolasın.
Albümü dinlemeden bu kritiği okudum, sonra bu albümü çok merak edip dinlemeye başladım.
Scavenger of Human Sorrow bittiği anda dedim “adam fazlasıyla haklıymış” diye. Albümdeki tüm şarkılar harika da, Scavenger of Human Sorrow’un davulları ayrı bitirmiştir beni. Hele 02:02′deki o atak mı desem ne desem bilemedim o şey beni her dinlediğimde şaşırtır.
dinlediğim ilk death albümü olmasından olsa gerek, en sevdiğim death albümüdür, hele o voice of the soul 314141 tane burzum şarkısı eder (yaptığı yıkım açısından :)) sprit crusher, story to tell mükemmel, hele chuck’ın painkiller’daki screamleri, soloları, painkiller için şimdiye kadar yapılmış en iyi cover diyebilirim…
ekşideki olayı koyduğun iyi olmuş, buraya üye olmadan önce okumuştum ve gayet etkilenmiştim, harbi ahmet sen yazar olmalıymışın :D bi de en güzel yerinde kesmişin :(