“The West Pole” grup için bir devrim sancısı süreci ürünü. Grup en büyük başarılarını yakaladığı bir çağını kendi elinde olmadan kapatmak zorunda kaldı. Bu, grup için büyük bir değişiklik demek, adeta bir devrim. Hiçbir devrimin bir gece de olmayacağı gibi, eskinin izleri de bir albümde ortadan kaybolmaz. Diller değişse de, eski dilde yazılar kalır bir süre duvarlarda. “The West Pole”, devrim geçirmiş bir kent silüeti müzikal formda. Açıkça söyleyelim Anneke‘nin etkileri hala gözüküyor notalarda.
Bu albümün yeni vokalist (Silje Wergeland) için ne kadar zor olduğunu hayal bile edemiyorum. Her yerde Anneke ile karşılaştırılacak olmak, uzun ara dönemi sonunda gelen bir albümün oluşturduğu beklentiler… Hiç kolay değil. Bu işin kolay olmadığı şarkılardan da hissediliyor. Genel olarak öne çıkmaktan çekinen bir vokal var albümde. “Verse” tınısından gidiyor hep, epey başarılı da olsa geri planda pek çok şarkıda. Vokalin götürdüğü şarkılar albümde son sıralardayken, albümün açılışını yapan şarkı ise enstrümental. Anneke’nin gölgesi bu kadar güçlü hala albümün üstünde… Albümü dinledikten sonra akılda kalan ise, güzel ve orijinal bir ses. Gelecek albümler için oldukça ümitli olduğumu söyleyebilirim vokal adına.
Tekrar gruba dönecek olursak, onlar için de hiç kolay olmadığından eminim bir çok şeyin. Anneke ayrıldığında, bu durumun kendileri için aslında pek çok kapıyı açtığını, müzikal anlamda artık çok daha özgür olduklarını söylemişlerdi. Vokal arayışı sırasında erkek/kadın her türlü sese açık olduklarını duyurdular. Bütün bunları büyük bir içtenlikle söylediklerini düşünsem de grubun bugünkü yerinde olmasını sağlayan albümleri konserlerde yok saymak zorunda bırakacak bir vokalist seçmek oldukça cesur bir hareket olurdu. Hem böylesi bir değişikliğe grubun da henüz hazır olmadığını şarkılardan gözlemleyebiliyoruz; son iki-üç albümden çok uzakta değiller.
Son albümlerde bulunan piyano-vokal ikilisinin götürdüğü şarkılar için acaba bir “Awake” vs. “Space-Dye Vest” durumu mu diyordum (bkz. Kevin Moore vs Dream Theater) ama bu albümde de hala benzer sesler duyuyor olmamız grubun Anneke ile beraberken aslında o kadar da kendi isteklerinden ve vizyonlarından uzak olmadığını gösteriyor.
Albüm tek rif üzerine kurulu enstrümental bir şarkıyla açılıyor. “When Trust Becomes Sound” acaba bir Anneke göndermesi mi; zira oldukça kızgın bir “sound” bu. Birikip birikip bir türlü patlayamayan bir şarkı bu. Albümün geneli için de aynı benzetmeyi yapmak yanlış olmaz. Şarkılar beklenti uyandırsa da bir türlü beklediğiniz o tınılar gelemiyor. Fakat bu, albüm için “kötü” demeyi de gerektirmez. Grup zor anlarında ayakta kalıyor; albümü alınabilir kılan şarkılardan biri olan Capital of Nowhere’e ek olarak, The West Pole’un tek tek şarkılardan değil de tek bir ruh halinden oluştuğunu hatırlatan son 5 şarkı bir sonraki albüm için heyecanlandırıyor.
Grup önündeki bu ilk sınavı yıldızlı notlarla olmasa da geçmiş bulunuyor bence. İkinci büyük sınav ise konser performansları olacak. Onu da görmek için çok beklememiz gerekmiyor.
Misafir sanatçılar arasında can gruplar ELFONIA ve STREAM OF PASSION’dan tanıdığımız Meksikalı Marcela Bovio da bulunuyor.
“The West Pole” sadece yeni bir albüm değil, ayrıca THE GATHERING için de yeni bir dönemin başlangıcı olduğu için bu albüm incelemesini biraz genişlemesine ele aldım. Grubun takipçileri de benzer düşünceler içindedir diye düşünüyorum, bu albümün grubun kariyerindeki önemi adına.
Kime: Grubun takipçilerine, liberal metalcilere
Kilit şarkı: “Capital of Nowhere”, “No One Spoke”
Albüm kapağı: “Anneke ayrıldı dünyamız tepe-taklak oldu” – Cihan Deniz, Mart 2009
Şarkılar 1. When Trust Becomes Sound
2. Treasure
3. All You Are
4. The West Pole
5. No Bird Call
6. Capital of Nowhere
7. You Promised Me a Symphony
8. Pale Traces
9. No One Spoke
10. Constant Run
Şu şarkıların yükselip yükselip bir türlü patlayamaması olayı albümü dinlerken gerçekten deli etmeye başlıyor, şimdi klibi izlerken gene pekişti bu duygu! Her şey var ama işte, “o an” yok…
bence çok şanssızlığa kurban gidiyor bu albüm. oysa çok klas bir çalışma. anneke’den bağımsız değerlendirmek lazım. bu albümün en güzel tarafı sadeliği, patlama yaratmasını beklememek lazım. öyle güzel.
Şu şarkıların yükselip yükselip bir türlü patlayamaması olayı albümü dinlerken gerçekten deli etmeye başlıyor, şimdi klibi izlerken gene pekişti bu duygu! Her şey var ama işte, “o an” yok…
Bir “Eléanor” vardı ne oldu ona?
Albümdeki en güzel şarkı “All You Are”
bu ne la içim bayıldı. 2 bilemedin 3 parça beğendim gerisi biraz fazla “liberal metalci” olmuş. 5 bile fazla bu albüme
Hit:
1-No One Spoke
2-All You Are
1-2 tane parça daha eh işte…
bence çok şanssızlığa kurban gidiyor bu albüm. oysa çok klas bir çalışma. anneke’den bağımsız değerlendirmek lazım. bu albümün en güzel tarafı sadeliği, patlama yaratmasını beklememek lazım. öyle güzel.