Progresif rock ve metal sevip, yolu Dream Theater’dan bir şekilde geçmiş herkesin dahil olduğu bir tartışma vardır, tartışmanın bağlam içerisindeki ağırlığı “McCartney mi Lennon mı?”,”asitçi misin metalci mi?”, “Warcraft mı Dune 2 mi?” gibi bir sürü meşhur soruya denktir.
Kevin Moore mu Jordan Rudess mi?
Ben Jordan Rudess’çiyimdir. Belki Metropolis pt.2′yi çok sevdiğimden, belki de tekniğine hayran olduğumdan -emin değilim-. Dream Theater’ın ruhunu Kevin Moore’un ayrılmasıyla kaybettiği savına gıcık olurum. Hatta Dream Theater’ın altın çağını yaşadığı 2000′lerin başlarında hala grup üzerinde hayaleti dolaşan Kevin Moore’dan sıkılıp, kendisini “loser”, grubu ise “winner” ilan edip, “geçin artık şu adamı” demişliğim dahi vardır.
Toyluk işte.
Dream Theater’ın gitgide formülize olup, yerinde saymaya başladığı zamanlarda, Kevin Moore, Fates Warning’in beyni Jim Matheos’un projesi OSI’ye dahil olup, eski grubunun dinleyicilerine vermeyi unuttuğu şeyleri hatırlatmaya başladı.
“Blood”, OSI’nin üçüncü stüdyo albümü. İlk iki albümün aksine Mike Portnoy davullarda yok. İyi ki de yok, zira tarzında belki de en iyi müzisyen olan Porcupine Tree elemanı Gavin Harrison, “Blood”da gruba eşlik ediyor. Bu sayede ritimler ikinci albümdeki tek düzelikten de kurtulmuş halde, çünkü Harrison (komplike veya değil) tempo tutmak yerine davulu bir enstrüman gibi kullanmış. Kendisine projelerinden yahut Porcupine’dan aşina olanlar ne demek istediğimi anlayacaklardır.
“Blood”, oldukça melodik, bir yandan da karamsar bir albüm. Moore’un o özelliksiz ses tonunun albümün havasına oturuşu nefis. The Escape Artist, False Start, Microburst Alert gibi parçalarda grup sertleşip, bir yandan da elektronik müziğe kayarken, Terminal gibi, We Come Undone gibi görece sakin parçalarda melodi sınırlarını zorluyor. Radiologue ise yılın en iyi işlerinden biri.
Opeth’in has adamı Mikael Akerfeldt ise Stockholm’da gruba vokallerini ödünç vermiş. İlk albüme konuk olan selefi/ustası Steven Wilson’lı ShutDOWN’ın aksine, Stockholm albüm içerisinde biraz zayıf kalmış. Bu da nazar boncuğu olsun.
“Blood”, 2009′un en iyi albümleri sıralamalarında kendine yer bulacak, melodik, sert, elektronik ve aynı zamanda da yenilikçi bir albüm. Progresif müziğin temelinin “çalınamayanı değil de, daha önce çalınmamış olanı yaratmak” olduğunun farkında olan iki adamın dünyanın en yetenekli ve yaratıcı davulcularından birini yanlarına alıp bize sundukları bir başyapıt.
Kevin Moore’a laflarımı bana yedirdiği için teşekkür ediyorum. “Blood”ın da önce progresif müzik dinleyicilerince, ardından açık fikirli rock ve hatta elektronik müzik dinleyicilerince beğenileceğini düşünüyorum.
Progresif müzikten anladığınız kompleks müzik değilse, bir göz atın. Gerçi her türlü göz atın, sevme ihtimaliniz yüksek.
Deniz Can KARACA
Bu albümü ben de baya sevdim her ne kadar ilk dinleyişimin ardından biraz burun kıvırmış olsam da.
Birkaç sefer art arda dinleyince ama şukelalığı anlaşılıyor direkt.
Ayrıca Radiologue pek şahane.
İlk dinleyişimin ardından burun kıvırıp bırakmıştım ben de albümü ehah. Adam gibi bakalım verilen notu da göz önüne alarak.
Senenin en başarılı işlerinden biridir nazarımda.Özellikle geceleri dinlenmesi gerektiğini düşünüyorum.Günün yorgunluğunu da alıyor,hırsını da törpülüyor.Yanında içilen içecekten alınan tat da cabası….
çok güzel bir albüm olmuş. gerçi artık girdikleri yolda chroma key kokusu almaya başladım ama olsun onu da severiz
Güzel albüm, progresif severlere tavsiye ederim. Özellikle Radiologue parçası ilk dikkatimi çekenlerden.
güzel albüm… ilk albümleri çok daha iyiydi, 7…