Orta Asya tarihine ve kültürüne, özellikle de müziğine olan tutkumdan dolayı, Kırgız kökenli Darkestrah’ı ilk duyduğum andan beri ilgiyle takip ediyorum. Albümlerinde şamanizm kökenli pagan öğelere ve yerel enstrümanlar ile vokal tekniklerine yer vererek gönlümü çelen grup, yarım saati aşan tek şarkılık üçüncü albümleri Epos’tan yaklaşık bir buçuk yıl sonra, The Great Silk Road’la, bu sefer Almanya’ya temelli yerleşmiş ve şirket değiştirmiş olarak karşımızda. Biri kapanış olmak üzere, beş şarkıdan oluşan The Great Silk Road, bir saate yaklaşan süresiyle amacına ulaşıp dinleyiciyi ipek yolunda ruhsal bir yolculuğa çıkarıyor.
İlk şarkı olan The Silk Road, açılışındaki seslerle beni bir kervanın içine fırlatıp mükemmel tonlanmış tomların eşliğinde akustik bir giriş yapıyor ve ardından trampet, yolculuğun başladığını söyleyip işi gitarlara devrediyor. Vokal girdiğinde bunu yapanın bir bayan olduğunu hatırlayıp bir kez daha takdir ediyorum ve Kriegtalith’in ağır haykırışları eşliğinde yola devam ediyorum.
*****
Darkestrah, genellikle orta tempoda ve normalden uzun şarkılar yapsa da yer yer davul ritimlerini değiştirerek, yer yer daha hızlı rifflere geçerek, yer yer de akustik duruşlar yapıp bunları gaz rifflere bağlayarak şarkıları tekdüzelikten kurtarmayı her albümde biraz daha iyi kotarıyor ve dinleyicinin ilgisini, en kısası sekiz dakika, en uzunu on dokuz dakika olan şarkılarda canlı tutmayı başarıyor. Rifflerin genel yapısı, melankoli ve öfke karışımı olması açısından Endstille, Angantyr gibi gruplarla benzerlik gösterirken bazı bölümlerde tamamen ayrılıp orta doğu melodileri kullanmayı da seçmişler ki bu tarz melodiler istenen atmosferi yaratmakta tuz biber etkisi yaratmış.
Grubu diğerlerinden ayıran ve benim gözümde de ayrı bir yere koyan özellikleriyse, başta da söylediğim gibi, yerel çalgılarını batı kökenli bu müzik içine ustaca yerleştirmeleri… İlk şarkının ortalarında duyduğumuz ses, gavurların genel olarak “throat singing” dedikleri, Orta Asya’da ise “khömey”, “kai” gibi çeşitli isimlerle anılan yerel bir vokal tekniği… Aynı vokali albümün değişik yerlerinde de görmek mümkün. Bunun yanında, Taake’nin de ara sıra kullandığı, batıda “çene arpı” olarak bilinen, Orta Asya’da ise “komuz” veya “temir komuz” denen çalgı ve bir Kırgız çalgısı olan “Kıl kıyak” da kullanılan yerel çalgılar arasında… Bunlar dışında klavye, çello ve mandola da kullanılan diğer “metal olmayan” enstrümanlar. Bu kadar yerel şeyden bahsettiğim için kafalarda aşırı folk bir albüm imajı oluşmuş olabilir ama folk öğeler gerçekten de “gerektiği kadar” kullanılmış.
*****
The Silk Road, bir şamanın kendinden geçmesiyle biterken ikinci şarkı Inner Voice kısa bir klavyeyle giriş yapıyor. Drudkh’u andıran melodilerle yola devam edip ortalara doğru dörtnala koşmaya başlıyor. Derken, ani bir duruş, kadın şamanın kendinden geçişleri, akustik arpejler ve yine patlayan bir giriş… Şarkı bu noktadan sonra durdurulamaz bir hal alıyor ama sonlara doğru alttan alttan çalan klavyeyle biraz yatışıyor ve albümün sürprizine, Cult Tengri’ye geçiş yapıyor.
Şarkının girişinde çalan yerel melodi bir yerlerden tanıdık geliyor, sesi yükseltiyorum ve dumurdan dumura koşuyorum. Bu çalan Nogay Türklerinin “dombra” (günümüzde Kazakistan’da çokça çalınan, Orta Asya’da değişik adlarla da bilinen telli bir çalgı) ile ilgili türküleri… Cult Tengri parçasında da bu türkünün ana melodisinden esinlenilmiş ve şarkı bunun üzerine inşa edilmiş. Bu eski türkünün melodisi black metalin içine ustaca katılmış ve ortaya sekiz dakikalık epik bir şaheser çıkmış. Şarkıda yer yer mandolin ve klavye de rifflere eşlik etmiş. Parça, başladığı gibi aynı türküyle kapanıyor ve Kara-Oy’a bağlanıyor.
Kara-Oy, yaylı bir çalgı olan kıl kıyakla açılışı yapıyor ve yine bir gırtlak ezgisi buna eşlik ediyor. Bu şarkı da iniş çıkışlarla, akustik geçişlerle, çift gitarlarla dolup taşan on dokuz dakikalık bir parça. Şarkının sonlarına doğru da komuzun eşlik ettiği güzel bir bölümle son şarkıya geçiş yapıyor, The Last Step’le bu ruhsal yolculuğu tamamlıyoruz.
*****
Teknik değerlendirmeye gelirsek, prodüksiyon gayet başarılı. Özellikle çift gitarlı kaotik rifflerin şarkıları bulandırmaması ve davulun hem hızlı, hem de yavaş bölümler için uygun tonlamaya sahip olması sevindirici. Grup, kompozisyon işinde bu albümle tavan yapmış. Şarkı yapıları, girişler, gelişmeler, sonuçlar çok ustaca kurgulanmış ve dinleyiciyi başından sonuna kadar içine almayı başarmış.
Tam olarak aynı ayarda olmasa da, bu albüm, Drudkh’un Blood In Our Wells’ini dinlerken hissettiklerimi hatırlattığı için de övgüyü hak ediyor. Darkestrah’a, gösterdikleri gelişim ve köklerine saygıları için teşekkürü borç bilirim, arz ederim.
hysteresis
Kıl Kıyak bizdeki Kabak Kemanedir.Bizim gibi Orta Aya kökenli çok yakşı bir Türk sazıdır
Doğrudur. Ufak değişikliklerle ve farklı adlarla (kemança, gijek, gıcak, yançak komus, ıklığ, rebap vs.) Türk ülkelerinde kullanılan bir çalgıdır. Kırgızistan’daki biçimine Kırgızlar “kıl kıyak” derler.
Tuva bölgesindeki akrabaları için;
bkz. İgil
bkz. Bizançi
albüm çok hoşuma gitti. bi de diskografilerine bakayım dedim, demolardan birinde shaitan akbar bir şarkı var ahah.
iddia ediyorum pagan ile birlikte en sağlam pagan black metal grubudur.zaten elemanlardan birisi nargaroth ta çalmış bir ara. Cult Tengri şarkısı menim özüm adlı orta asya türküsünden etkilenerek yazılmıştır.metal listelerinde yer edinmiş ve bazı black metal magazinlerinde kendinden b ahsettirmiş bir şarkıdır.faşist veya turanist bir grup değildir. sadece eskiyi,geldiğimiz toprakları kucaklamak isteyen,kendileri burada ruhları orta asya da bir kaç pagan savaşçısından oluşan bir gruptur.bilium norsk-iskandinav pagan gruplarını dinleyip bitiren arkadaşlarımızın bu grubu da dinlemesi elzemdir
TAPARIZ ONA BİZ