Amerikalı delişmen grup Darkest Hour dördüncü albümüyle karşımızda. İlk ve en iyi albümleri “The Mark Of The Judas”tan bu yana takipçisi olduğum grup, ikinci ve üçüncü albümde kanımca “Mark…”ın sağlamlığına ulaşamamıştı.
Yeni nesil Amerikan metali denebilecek bu türün nispeten daha İsveç kokan gruplarından olan Darkest Hour, belli ki stratejisini değiştirmiş ve yeni nesil gruplar kervanına daha ağırlıklı olarak katılma isteği doğrultusunda, müziğinde birtakım değişiklikler yapmış. Bu değişikliklerden bahsetmeden önce, bulaştığı her grubu devler arenasına taşıyan (“Soilwork – Natural Born Chaos” ve “Lamb Of God – As The Palaces Burn” bunlardan yalnızca bazıları) ve bu grupların kariyerlerinin gidişatını belirleyen Devin Townsend’in “Undoing Ruin” için prodüktör koltuğunda oturduğunu hatırlatalım. İlk üç albümü bilenler, bu albümdeki Hevy Devy etkisini hemen fark edeceklerdir, çünkü adam yalnızca akıllara zarar sound’lar yaratmakta kalmıyor, aynı zamanda grupların beste anlamında da en iyiyi ortaya koymalarını sağlıyor. Bu durumu fark etmek inanın hiç de zor değil.
Albüme bakacak olursak, grubun bu bahsettiğimiz yeni nesil Amerikan metaline yöneldiğini bize gösteren kimi ipuçları var. Melodik nakaratlar bunun en açık örneği. Grup bildiğimiz hızlı, gaz ve enerjik yaklaşımına yine sahip; yine burnumuza İsveç kokuları geliyor. Buna bir de melodik nakaratlar eklenince, hem dinleyici sayısı, hem de albüm satışı adına grubun istediği rakamlara yaklaşması oldukça olası gözüküyor.
Bazılarınız biliyordur, grup albüm öncesinde oldukça iddialı bir promosyon sloganı benimsemişti (“On yılda bir müzik dünyasına bir albüm gelir ve her şeyi değiştirir… 1985’te ‘Ride The Lightning’, 1995’te ‘Slaughter Of The Soul’, 2005’te ise…… ‘Undoing Ruin’”); her ne kadar bu yorum için “ağır ol da molla desinler” demek istiyorsam da, albümün kötü olduğu falan gibi bir durum kesinlikle söz konusu değil. “Mark Of The Judas”ın kendine özgülüğünü hala grubun zirvesi olarak görsem de, beste, şarkı sözü, prodüksiyon ve çeşitlilik adına “Undoing Ruin”in grubun en ışıltılı ve dikkat çekici çalışması olduğu açık. Devin’in yarattığı kristal gibi sound da eklenince, bu çekicilik doğal olarak daha da artıyor ve tadından yenmez bir müzik ortaya çıkıyor. Şarkılardan bahsetmiyorum bile. Her biri “mükemmel”. Tek kelimeyle mükemmel.
Bunun yanında, grubun davul ve gitar konusunda kendisini oldukça geliştirmiş olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Özellikle gruptan duymaya pek alışık olmadığımız süratteki gitar soloları albüme renk katan unsurlar arasında.
Her zamanki gibi, son sözler… İsveç death metali sosu cömertçe kullanılmış yeni nesil Amerikan metali dinlemek isteyenler pişman olmayacaklardır. Olanlar varsa zaten bu müziği pek dinlemiyorlardır demek zorundayım çünkü her kesimden gelen yorumlarda 2005’in en iyi 4-5 albümünden biri olarak gösterilen bir çalışmadan bahsediyoruz. Grup kesinlikle en iyi albümünü yapmış ve bunu nasıl geçebilirler bilemiyorum. Yine de 1985 ve 1995’te çıkan adları geçen albümler düşünüldüğünde, Darkest Hour 2025’i beklese daha iyi olur diye düşünüyorum. Hmm.. 2015 mi deseydim?
Sonuç: Her saniyesi “kusursuz” bir albüm. Dinle ya da öl!
Albümün de grubun da hastasıyım.Yeni albümlerini büyük heyecanla bekliyorum.
Gruptaki çoğu şarkı dediğin gibi mark of the judastan sonraki 2 albümden kat kat iyi. Ancak Albümde dikkatimi çeken, özellikle bestelerde ağır bir in flames etkileşimi sezdim, bilhassa Colony albümünün bir başka alternatif sert ve hızlı versiyonu gibi geldi.
albümü açar açmaz daha ilk şarkıda sizi allak bullak ediyor.
Demin at the Gates överken fark ettim ki sizleri de özlemişim lan.
gece gece aklıma geldi birden, açıp dinledim, zaten büyük hatırası vardı bu albümün bende, yıllar sonra açıp dinleyince nasıl kaliteli ve taş gibi albüm olduğunu bir daha hatırladım