Albümü ilk dinlediğim an kararımı çoktan vermiştim aslında: bu kadarmış; güle güle Soilwork. “Stabbing the Drama”dan (StD) daha kötü bir şey çıkmaz herhalde diye düşünüyordum; o kadar da olmaz diyordum. Sanırım yanılmıştım. Şöyle bir bakınca, Soilwork müziği elbette ki zamanla çok kalıplaşmış, kendi içinde çok muhafazakar, asla bir çıkış kapısı yaratılamayacak bir hale gelmişti. Neydi bu? Staccato bir verse, yırtıcı vokal, plalı programlı bir köprü, ilk andan akla kazınan cici vokalli bir nakarat, tüm bunları aynen tekrar, sonra solo, nakarat tekrarları; al sana son dört albümdeki herhangi bir Soilwork şarkısı. Kötü mü, değil; iyi mi, olanı da var, olmayanı da var. Bir grup nakaratlara bu kadar abanırsa, şarkıların geri kalan kısımları “o büyük nakaratın” etrafını dolduran ön ve arka hazırlık safhaları olursa, zaten başka bir alternatif de olmayacaktı, grup illa ki içine sıkışacaktı. Al işte ilk şarkıya bak.. “Sworn to a Great Divide” (StaGD). Ben bu şarkının matematiksel olarak bire bir kopyalarını iki albüm önce duymaya başlamamış mıydım? Sonraki? “Exile”. Oy da oy yani. Evergrey tüm progresifliğini bırakıp “Monday Morning Apocalypse”i yaptığında yaşadığım ilk duygu da aynen bunun gibiydi. Bu ne basitlik, bu ne ticarilik, bu ne radyo kardeşliği, bu ne amaçsız bir minimalizm?
Ama sonra farklı bir şey olmuştu. Zamanla “Monday Morning Apocalypse”in enfes bir albüm olduğunu fark etmiştim (bak bak yazının yönü değişiyo mu ne?). Grup bestelerinde bir basitleştirmeye, bir kolay dinlenirliğe gitmişti, ama beste yazımı grubun belki de o zamana kadarki en olgun çalışmasıydı. İşte durum burada da aynı oldu. Dinledikçe fark ettim ki, “Sworn to a Great Divide” gelmiş geçmiş en iyi metal albümüydü (hoşt!). Şaka tabii. Ama ilk paragraftaki düşüncelerimde belirgin bir değişim oldu, ki bunun sebebini de az sonra açıklayacağım (yer yerinden oynayacak hacı sen ne diyosun!).
Şimdi “ben metali yedim bitirdim hafız” tadındaki sıkılgan metalci psikozundan sıyrılıp olaylara mantıklı bakmaya çalışalım. “StaGD” elbette ki grubun en iyi albümlerinden biri değil, hatta “the Drama”dan sonraki en sıradan ikinci Soilwork albümü. Ama az biraz empatiyle bunun mantıklı ve aslında gayet de makul sebeplerini bulabiliriz diye düşünüyorum.
Öncelikle, grubun bugüne kadarki şarkılarının çok büyük bir kısmını tek başına yazan gitarist Peter Wichers gruptan ayrıldı (Vancouver’da Wichers’ın grupla birlikte çıktığı son konseri izleyerek ufak da olsa tarihi bir ana da tanıklık etmişim farkında olmadan). Bu durum, tam da albüm hazırlığındaki bir grup için, hele de böylesi ön planda bir grup için, ne derece zor bir olay, tahmin etmek güç değil. Tüm yük, bir anda, bugüne dek şarkılara ufak ufak katkılar yapmış olan Ola Frenning’e kaldı (ki kendisi de Wichers’ın amcası oluyor tuhaf bir biçimde). Bu gerçek zaten yeterince etkiliyken, bir de üstüne “StD”nın basından aldığı orta karar yorumlar ve Soilwork yokuş aşağı inecek mi soruları da eklenince, baskı daha da büyüdü. Albümü ilk kez dinleyen herkesin –ben de dahil- yorumu neredeyse aynıydı: hayal kırıklığı, Soilwork bitti, bu ne biçim şey, vesaire.
Sonra bir düşündüm, yahu bu adamlar değil miydi ilk beş albümleriyle beni duvardan duvara halı yapan, evde tek başıma gitarla çalarken gaza gelip gitar telleri koparttıran, sırf daha çok dinlemek için gideceğim yerlere yolumu uzattıran, konserde zıplamaktan dizlerimi dağıtmamı sağlayan? Bunlardı elbet, e peki ne bu şiddet bu celal? Bi otur soluklan.
İşte albüm hakkındaki neredeyse tüm fikirlerimin değişmeye başlaması da bundan sonra oldu. Artık karşımda, kendini kanıtlamaya çalışan ve belki de grubun bundan sonraki yönünü belirleyecek, sorumluluğu bir anda katlanmış bir gitarist, her zaman en iyisini vermeye çalışan taş gibi bir vokalist, e tabii bir de dinlerken beeeeele bi dünyayla bağınızı koparan davulcu vardı. Vardı da, besteler iyi olmadıktan sonra nereye kadar empati, nereye kadar babacan pamuk dede şevkati? Yine de çabaladım, olumlu tavrı korumaya çalıştım ve kısmen de olsa, tümüyle silmekte olduğum bir albümü yeniden kazandım. Eksikler, sıradanlıklar olsa da, her ama her yanıyla tahmin edilebilirlikler ve kulağa hoş gelirlikler içerse de, bunu artık inanarak söylüyorum, “Sworn to a Great Divide” iyi(ce) bir albüm.
Akılda kalıcılık konusunda sorunlar yaşayan, planlananların işe yaramadığını anında fark ettiğiniz, “bu açılış rifiyle mi beni kazanacaksın, şarkıyı benimsememi sağlayacaksın?” diye düşündüren parçalar yok mu? Var tabii. Misal ilk üç şarkının kalite düzeyi albümün geri kalanında da devam etseydi, bu yazı şimdiye çoktan bitmiş, siz de albümü almaktan vazgeçmiş ya da geçiyor olurdunuz. Ama özellikle “The Pittsburgh Syndrome”ls birlikte, o özlenen Soilwork’ün tadını alıyor, yer yer fireler vererek, yer yer de gülümseterek, işlerin iyiye gittiğini fark etmeye başlıyoruz. Soilwork’ü yakından takip eden hangi dinleyici adı geçen bu şarkıdaki “A Predator’s Portrait” albümü tadını almaz ki? Hangi Soilwork severin, her şeyiyle hayvan gibi olan “As the Sleeper Awakes”te tepişesi gelmez ki? Bırakın Soilwork’ü, metal seven bir insan “Sick Heart River”ın nakaratında nasıl bir şeyler hissetmeden durabilir ki? Duran durur tabii de, durmamak lazım diyelim. Peki “20 More Miles”ın eşşek osurtan verse rifi, veya bonus parça “Martyr”in (bu nasıl bir vokal yorumudur, canımdan can aldın Björnoğlan –vokal direktörü Devin Townsend (s.a.v.) sağolsun) grubun bugüne dek yazdığı en iyi şarkılardan biri olduğu gerçeği? (Hiç acımam, adamı böyle soru işareti içinde bırakırım.)
Genel bir hesap çıkardığımda, kendi adıma, “The Pittsburgh Syndrome” ve “As the Sleeper Awakes”te zorlasam kendimi kaybedebileceğim ölçülerde gaza gelebiliyor, “Sick Heart River” ve “Martyr”de de duygu manyağı olabiliyorum. Her ne kadar bu “çok sevdiğim” şarkılar albümün üçte birini oluştursa da, kalan sekiz parçadan da dört tanesini kısmen, bölüm bölüm seviyor, kalan son dörtlü grubu da vasat olarak nitelendiriyorum. Kafamda bir puanlama yaptım ve her şarkıya, bu üç kademe çerçevesinde puanlar verdim; hesaplayıp, bölüp, oranlayınca, 6,5 puan çıktı. Ama olay sadece matematik olmadığından, grup da bu zor şartlara rağmen bir önceki albümden çok daha iyi bir iş çıkardığına göre, albüme aşağıdaki notu uygun gördüm.
Dediğim gibi, ilk birkaç dinlemede fazlasıyla duygusal ve profesyonel düşündüm ve albümden hiç haz etmedim, ama sonra işin içine amatör dinleyici ruhu, empati ve mantık katarak dinledim ve Soilwork’ün çok iyi olmayan, ama samimiyetine de inandıran bir albüm yaratığına inandım.
Son söz falan yok. Soilwork bu; daha fazlası olamaz, olmayacak. Bu şartlarda onlara kızacak bir durum da yok, hak ettikleri neyse onu alsınlar ne diyeyim. Düşündüğümde, durumum hala değişmedi: Soilwork’ü seviyor muyum? Tabii ki!
Bir gün sonra gelen zorunlu ek: Yazıyı yazmış, mutlu mesut yatmıştım. Bundan tam bir gün sonra, yazıda empati mempati diye bahsettiğim, yükü ağırlaştı dediğim Ola Frenning de, bu yaşta bu kadar turlamayı kaldıramıyorum diyerek gruptan ayrıldı. E ben ne diyeyim şimdi.. Tamam “StaGD” grubun kariyerindeki en hızlı satan albüm ve grubun turne sayıları da hiç olmadığı kadar arttı. Ama artık Soilwork’ü Soilwork yapan tek ana unsur olarak Speed kaldı. Hadi bu albümün promo turnelerini yapsınlar bir, bir buçuk sene (ki session bir gitaristle yola devam edeceklerini açıkladılar yine bugün), e yeni albümü kim yazacak? Ortada Soilwork diye bir grup kaldı mı, yoksa artık Speedwork’ten mi bahsedeceğiz? Neyse ne.. Ben notumda değişiklik yapmıyorum, onun yerine cinsel organına su kaçan eşşeği aramaya çıkıyorum. Ulan Soilwork..
Aylar sonra gelen olsa da olur olmasa da ek: Wichers gruba geri döndü yuppiiii!
Şarkılar 01. Sworn To A Great Divide
02. Exile
03. Breeding Thorns
04. Your Beloved Scapegoat
05. The Pittsburgh Syndrome
06. I, Vermin
07. Light Discovering Darkness
08. As The Sleeper Awakes
09. Silent Bullet
10. Sick Heart River
11. 20 More Miles
12. Martyr
13. Sovereign
14. Overclocked
As The Sleeper Awakes’i her dinleyişimde boyut atlıyorum, nirvanaya ulaşıyorum, denizin kenarında güneşi ve denizi seyrediyorum, turkuaz renkli denizin dibine dalıyorum, gökyüzünde süzülüyorum (Avatar izlemenin etkisi)…
5 yıllık soilwork fanı olarak albümü çok ahım şahım bulmadım.Breeding Thorns,Sick Heart River, I, Vermin, 20 More Miles zaten bir Soilwork albümünde olması gereken kalitedeki şarkılar ama As The Sleeper Awakes apayrı birşey.
ya çok merak ettim; stabbing the drama’yı neden soilwork’ün en kötü albümü olarak görüyorsun? zevk meselesi sonuçta, ben de en çok stabbing the drama’yı severim. ama weapon of vanity, distance, nerve (ve benim için daha fazlası) gibi parçaların olduğu bir albümü neden soilwork’ün en kötü albümü olarak değerlendirdiğini çok merak ettim.
Soilwork’ün nakaratlara abanmaya başladıktan sonra yazdığı en sıradan nakaratlar Stabbing’de bence. Şarkılar da önceki iki albümde çok iyi yaptıkları şeyin daha sıradan versiyonları gibi. Distance’ı falan ben de çok severim tabi ama genel olarak bi öne çıkarlığı olmayan bir sürü şarkı var albümde, diye düşünmekteyim. Bunu da en sevdiği Soilwork albümleri sırayla A Predators…, Figure Number Five ve Natural Born Chaos olan biri olarak söylüyorum. Soilwork bir yerden sonra çok birbirine benzer şarkılar yapmaya başladığı için herkesin favori albümü farklı olabiliyor.
ok saol cevap için. bunu ilk mesajımda söylemek istemedim neden bilmem ama, aslından melodik nakaratlı gruplardan hiç hazetmezdim(soilwork, scar symmetry,…). ta ki stabbing the drama’yı dinleyene kadar. ama öyle böyle değil, resmen aşık oldum, uzun süre başka pek birşey dinleyemedim, üzerine melodik nakaratlı gruplar külliyatına giriş yaptım. daha önce hiç mi soilwork dinlemedim; tüm albümlerini dinledim zaman içinde ama beni çarpan stabbing oldu. heralde zamanı o andı (melodik death metal’im gelmişti) ya da (this is the time).
Bu albumdeki gitar tonuna hic alisamadim yalniz, cok compressed ve jilet gibi bir tonu varmis gibime geliyor, bir A Predator’s Portrait, Figure Number Five, Natural Born Chaos’taki wall of sound etkisi pek yokmus gibi.
Kanimca Stabbing The Drama ile ayni ekolde, biraz zayiflik gosteren bir album.
Sonrasinda Wichers’in donmesiyle tokatliyorlar tabi orasi ayri.
İlginçtir insan belli bir döneminde kendisinde iz bırakan albümleri çok ahım şahım olmasa bile dinlemekten vazgeçemiyor ve yıllar geçtikçe hatırlattıklarından olsa gerek daha çok sevmeye başlıyor.Benim de üniversitedeki ilk yılımı (2007) hatırlattığından, bu albümü dört yıl sonra hala aynı heyecanla ve sanki bir başyapıtmışcasına severek dinliyorum.
Bu arada 2009′da yaptığım yorumda iyi saçmalamışım.
As The Sleeper Awakes’i her dinleyişimde boyut atlıyorum, nirvanaya ulaşıyorum, denizin kenarında güneşi ve denizi seyrediyorum, turkuaz renkli denizin dibine dalıyorum, gökyüzünde süzülüyorum (Avatar izlemenin etkisi)…
5 yıllık soilwork fanı olarak albümü çok ahım şahım bulmadım.Breeding Thorns,Sick Heart River, I, Vermin, 20 More Miles zaten bir Soilwork albümünde olması gereken kalitedeki şarkılar ama As The Sleeper Awakes apayrı birşey.
ya çok merak ettim; stabbing the drama’yı neden soilwork’ün en kötü albümü olarak görüyorsun? zevk meselesi sonuçta, ben de en çok stabbing the drama’yı severim. ama weapon of vanity, distance, nerve (ve benim için daha fazlası) gibi parçaların olduğu bir albümü neden soilwork’ün en kötü albümü olarak değerlendirdiğini çok merak ettim.
Soilwork’ün nakaratlara abanmaya başladıktan sonra yazdığı en sıradan nakaratlar Stabbing’de bence. Şarkılar da önceki iki albümde çok iyi yaptıkları şeyin daha sıradan versiyonları gibi. Distance’ı falan ben de çok severim tabi ama genel olarak bi öne çıkarlığı olmayan bir sürü şarkı var albümde, diye düşünmekteyim. Bunu da en sevdiği Soilwork albümleri sırayla A Predators…, Figure Number Five ve Natural Born Chaos olan biri olarak söylüyorum. Soilwork bir yerden sonra çok birbirine benzer şarkılar yapmaya başladığı için herkesin favori albümü farklı olabiliyor.
ok saol cevap için. bunu ilk mesajımda söylemek istemedim neden bilmem ama, aslından melodik nakaratlı gruplardan hiç hazetmezdim(soilwork, scar symmetry,…). ta ki stabbing the drama’yı dinleyene kadar. ama öyle böyle değil, resmen aşık oldum, uzun süre başka pek birşey dinleyemedim, üzerine melodik nakaratlı gruplar külliyatına giriş yaptım. daha önce hiç mi soilwork dinlemedim; tüm albümlerini dinledim zaman içinde ama beni çarpan stabbing oldu. heralde zamanı o andı (melodik death metal’im gelmişti) ya da (this is the time).
Bu albumdeki gitar tonuna hic alisamadim yalniz, cok compressed ve jilet gibi bir tonu varmis gibime geliyor, bir A Predator’s Portrait, Figure Number Five, Natural Born Chaos’taki wall of sound etkisi pek yokmus gibi.
Kanimca Stabbing The Drama ile ayni ekolde, biraz zayiflik gosteren bir album.
Sonrasinda Wichers’in donmesiyle tokatliyorlar tabi orasi ayri.
İlginçtir insan belli bir döneminde kendisinde iz bırakan albümleri çok ahım şahım olmasa bile dinlemekten vazgeçemiyor ve yıllar geçtikçe hatırlattıklarından olsa gerek daha çok sevmeye başlıyor.Benim de üniversitedeki ilk yılımı (2007) hatırlattığından, bu albümü dört yıl sonra hala aynı heyecanla ve sanki bir başyapıtmışcasına severek dinliyorum.
Bu arada 2009′da yaptığım yorumda iyi saçmalamışım.