Dirk Verbeuren. (Beşiktaş’ın Nouma tezahüratı gibi okuyun) Belçika’da doğdu, Fransalı oldu, Steve DiGiorgio’nun küçük kardeşi tipli azman davulcu. (Tamam şimdi normal okuyun.) Çaldığı gruplar teknik death metalden power metale, progresif metalden thrash’e, Viking metalden, black metale kadar değişiyor. Günümüzde Fransa’dan çıkan iyi ekstrem metal gruplarının yarısına yakınında bu ismi görüyorsanız, karşınızda yeteneğinden kuşku duyamayacağınız biri olduğunu anlıyorsunuz. Sanırım çoğunuz onu Soilwork davulcusu olarak tanıyorsunuz. Hani şu Dirk’ün yeteneğinin yalnızca onda birini falan sergileyebildiği Soilwork.
Bir albüm yazısına, grubun davulcusunun adını vererek başlamak çok sık rastlan bir şey değil. Ancak bahsi geçen grubu, yani Scarve’ı bundan tam on dört yıl önce kuran Dirk, günümüzün en heyecan verici metal davulcularından biri olduğunu her fırsatta, her projede, çaldığı her albümde kanıtlıyor –ki çaldığı tüm albümlerin sayısı herhalde bu yaşında yirmi ile otuz arasında değişiyordur. Her ne kadar şu an bu yazıyı okumakta olan her on kişiden dokuzu “Skarv ne ulan?” diye düşünse de, Scarve, istatistiğe vurulduğunda bence günümüz Avrupa’sının en başarılı üç dört metal ülkesinden biri olan Fransa’dan çıkmış en sıradışı topluluklardan biri. Özellikle death ve black metal diye gruplayabileceğimiz ekstrem metalde, dikkat çekmeyi bırakın, afallatan bir gövde gösterisi yapmakta olan Fransa’nın bu ününü oluşturmada önemli bir yer teşkil eden Scarve, az kişi tarafından bilinse de, Fransa dışında kısıtlı sayıda albüm satsa da, aslında gerçekten de üzerine eğilmeye değer, Fransa’da ciddi bir kitlesi olan bir grup.
Müzikleri genelde endüstriyel etkilenimli death metal olarak geçse de, bu oldukça yüzeysel bir yorum diye düşünüyorum. Progresif ve yer yer son derece teknik bir müzik yapan Scarve, thrash etkisi de barındıran bir death metal yapıyor ve çok az grupta hissedilen “geleceğin müziği” havasına, o futuristik tada sahip. 2000, 2002 ve 2004 yıllarında çıkardıkları üç albümle giderek gelişen Scarve, 2007’de de “The Undercurrent”la dinleyicilerini sevindiriyor. İki vokalisti olan grupta, vokallerden biri clean ağırlıklı, diğeri de brutal ağırlıklı vokal yapıyor. Bunlardan clean vokalleri yapan Guillaume Bideau’nün gruptan ayrılması sonucu boşalan yeri, zaten grubun müziğini etkileyen en önemli kaynaklardan biri olan Darkane’in ilk –ve bence mükemmel- vokalisti Lawrance Mackrory doldurdu. Her ne kadar bu kalıcı bir birliktelik olmasa da, Darkane’in ilk iki albümündeki o benzersiz çığlıkları atan adamı, delilik sınırlarına da yaklaşan Scarve müziği içerisinde görmek gerçekten güzel. Grup şu an kalıcı bir vokalist arayışında diyor ve ülkemizdeki denyo üniversite gençliği konseptli reklamlar tadında size sesleniyorum. Hey ne duruyorsun! Vokalini yap, boğazını yırt, yeni Scarve vokalisti sen ol! Kampanya babayı alıncaya kadar.
“The Undercurrent”a dönelim. “Undercurrent”, kelime anlamı itibariyle “bir söz/hareket/davranış altında yatan gerçek şey”i ifade ediyor. “Nurican bugün bana çok cana yakın davranıyor, ama tavrında duruşunda inceden bir ibişlik, bir cinlik de sezmedim değil” dersek, işte bu “undercurrent” olur. Aslında bu tabir grubun müziği için de hoş bir referans olabilir, zira adamlar hiç fark ettirmeden çok acayip şeyler yapıyorlar (hiç toparlayamadım ama çaktırma). Şarkıların içlerinde sürekli değişmeleri ve kimi zaman, bildiğimiz verse-köprü-nakarat kalıbını kırmaya çalışmaları buna bir örnek. Bu ne yapacağı kestirilemeyen grubun ilham kaynakları, kuruluş aşamasındayken Death, Atheist ve Coroner iken, şu anda durum Strapping Young Lad, Meshuggah, Darkane, Fear Factory halini almış durumda. Bu gruplardan SYL ve Darkane çok sık olarak, Meshuggah ve Fear Factory de yer yer karşımıza çıkıyor.
“The Undercurrent”, bir önceki albümdeki “Mirthless Perspectives” benzeri bir hit potansiyeli taşıyan mükemmel şarkı “Endangered” ile açılıyor. Mackrory’nin kendine özgü ses rengi ile nakarat bir anda aklınıza kazınıyor ve albüm ilk andan çok sağlam bir giriş yapıyor. Verbeuren’in normal bir davulcunun yapacağı her şeyden kaçınma eğilimi gösteren rahatsız partisyonları, zaten katman katman üst üste binen müziği daha da renklendiriyor. Sadece splash’ler ve cowbell’lerle bile, etkin zil kullanımının ne derece mühim bir şey olduğunu görüyorsunuz. Parçalar tek kelimeyle “görkemli” diyebileceğim bir şekilde akarken, her şarkı, her rif, size ne düzeyde zengin, ne düzeyde özenilmiş bir albüm dinlediğinizi hissettiriyor. “The Plundered”da nakaratın girmesiyle şöyle bir titriyor, “Imperceptible Armageddon”da tekniğine, bestene kurban diyorsunuz.
Grubun takipçilerinin “The Undercurrent”ı almaları gerektiğini söylememe gerek yok elbet. Önceki çalışmalarla kıyaslarsak, “The Undercurrent”ın “Irradiant” dışındaki albümleri rahat sollayacağını söyleyebiliriz. “Irradiant”la da bakış açısına göre çekişir diye düşünüyorum (gerçi “Irradiant” ne biçim bir hayvanlıktır, o da ayrı konu). Sonuçta karşımızda her açıdan “deli” bir iş var, o kesin.
Grup internet sitesini benden daha az ziyaret ettiğinden, haberler ve yeni şarkılar için grubun myspace sayfasına bakın derim (myspace.com/scarve1). Scarve, çok az bilinen ama hayvanlar gibi sağlam olan bir grup dinlerken hissedilen o garip duyguyu sonuna dek yaşatan bir grup. Öyle ki, “kimse bilmesin bana ne.. kendi kayıpları” diye düşünmek, “bu grubu daha çok kişi bilse hayat ne güzel olurdu” diye düşünmekten daha ağır basıyor bile diyebilirim. Merak eden ilgilenir, etmeyen ilgilenmez. Herkes iyi icra edilmiş, değişken ve çok katmanlı ekstrem müzik sevecek diye bir kural yok (al da at dercesine bir pas…).
bu yazıya, verbeuren röportajında koyulan “Mirthless Perspectives” şarkısından geliyorum. kimse yorum yapmamış, yapayım dedim. kritik nefisto olmuş. şimdi arif’in mençıstır’a attığı golü aramaya gidiyorum.
22.05.2013
@Ufuk Sönmez, hahah o röportaj direkt Scarve’a yaradı hakkaten, ben de röportajdan duyup dinleyip hastası oldum Scarve’ın.