Opeth müziğini “Still Life” öncesi ve sonrası olarak ayırırsak ve bu albümden sonra çıkan albümleri, öncekilerle kıyaslamadan, kendi aralarında bir gruplamaya gidersek, en iyisi tartışmasız “Still Life” olan bu dönemin, “Blackwater Park”ın ardından en iyi üçüncü albümü olarak “Watershed”i görüyorum.
Çıkardıkları her albüm başyapıt olarak değerlendirilen, diğer herkesten bariz biçimde farklı olmalarından ötürü, büyük çoğunluğun hayranlığını, elbet bir kesimin de burun kıvırmasını tadan bir grup Opeth. Hiç şüphe yok ki, onlar şu an itibariyle dünya üzerindeki en ünlü, en çok konuşulan, en çok ilgi çeken ve yaptığı müzik de düşünüldüğünde en çok satan metal gruplarından biri. Opeth zaman içinde “Mikael Akerfeldt ve Saz Arkadaşları”na dönüşse de, hayranların ayrılan elemanlar için pek yas tutacak fırsatları olmuyor. Zira grup hem yoğun şekilde turluyor, hem de albümler arası süre fazla açılmıyor. Daha önemlisi, birbirlerinden artısı eksisi olsun olmasın, arka arkaya dokuzuncu başyapıtlarını sunmak gibi, bahsetmeye değer bir becerileri de var.
1999 yılında, “Still Life”ın çıkışından bir iki gün sonra haberdar olduğum ve şu an itibariyle gruba tapan herkes gibi, o dönemde benim de müziğe bakışımı değiştiren, onunla da yetinmeyip daha derinlere (özelime bile girdiler) inen Opeth, yıllar boyunca çıkan her albümlerine aşık olmasam da, hayatıma etki etmiş ender topluluklardan biri. “Deliverence” ile eski tatlarından bir kısmını terk eden, “Ghost Reveries”le de sıradan şarkılar da yapabildiklerini gösteren grup (hatta “The Grand Conjuration” gibi basbayağı kötü şarkılar bile yapmışlıkları var), hala ısınamadığım bu albümün ardından, “Watershed”le geri döndü. Her zamankinden daha çok promosyon, daha çok destek, daha çok para, daha çok konser ve daha çok halkla ilişkilerle.
Çoğu kritikte yaptığım gibi, fikrimi baştan söyleyip, sonra bunun üzerine gitme niyetindeyim. Metal tarihinde bir fenomen olduğuna inandığım Opeth müziğini “Still Life” öncesi ve sonrası olarak ayırıyor, ve bu albümden sonra çıkan albümleri, öncekilerle kıyaslamadan, kendi aralarında bir gruplamaya gidiyorum. Ve baktığımda, en iyisi tartışmasız “Still Life” olan bu dönemin, “Blackwater Park”ın ardından en iyi üçüncü albümü olarak “Watershed”i görüyorum. “Watershed”, doğal olarak Opeth dışında bir grubun yapması mümkün olmayan bir albüm. Sadece yumuşak pasajlar ve death metal öğelerini sentezlemek gibisinden bir formülizasyon mantığıyla konuşmuyorum. Opeth’in farkı çok daha derinlerde yatıyor aslında. Yetmişler progresif rock’ının ve saykodelik bombastik müziklerinin köpeği olan Mike, bu etkileşimlerinden aldığı müzikal ve daha da önemlisi atmosferik ilhamlarla, çok farklı, yarı şizofren, yarı sinematik, acayip bir yöne doğru kaydı.
Albümün adı açıklandığında çoğu kişi, “Watershed” kelimesinin anlamından ötürü, albümde yumuşak ve sert bölümler arasında kesin geçişler olacağını düşünmüştü, zira “Watershed”, dar anlamda iki nehir yatağını ayıran arazi parçası demek iken, geniş anlamda da çok önemli bir olay, bir dönüm noktası için kullanılan mecazi bir tanımdı. Lakin albümle birlikte, düşünüldüğü gibi keskinlikler olmadığı görüldü. Grup her zaman olduğu gibi, sadece clean ya da sadece brutal vokallerin olduğu şarkıların yanında, iki vokal türünün de olduğu parçalara da yer vermişti. Bununla da kalınmamış, Opeth için bile deneysel sayılabilecek bir iki yeniliğe de merhaba demişlerdi (canısı..). İlk kez kullanılan ve tadından yenmeyen bayan vokallerle şekli şemali değişen enfes “Coil” ile, grubun ilk blast beat’inin üstüne söylenen clean vokallerle ve son bölümündeki “tuhaf” melodisiyle şaşırtan “The Lotus Eater”, Opeth’in ilk kez denediği şeyler olarak akıllara kazındı.
Şarkılara şöyle bir bakacak olursak, her zamanki gibi birbirlerinden çok farklı, tümüyle kendi karakterleri olan şarkılar görüyoruz. Albümün tümü brutal vokalli tek parçası olan “Heir Apparent”, Mike’ın İngilizce’nin az kullanılan kelimelerinden/tabirlerinden şarkı ismi yapma sevdasının yeni bir örneği. Bununla kalmayan parça, grubun bugüne dek yaptığı en karanlık ve gergin şarkılardan biri olma özelliğini de taşıyor. Her ne kadar çok güzel olsa da, Opeth’in “Still Life” ve sonrasında giriştiği, “daha az dur kalklı, daha derli toplu beste” çabasıyla bağdaşmayan tarzda, şarkıdan tümüyle kopuk bir kapanış yapan “Heir Apparent”, sahneyi ardından gelen “The Lotus Eater”a bırakıyor. Homeros’un ünlü destanı Odysseia’de bahsi geçen ve bu destandan günümüze uyarlanarak, “gün içinde uyanık halde rüya gören kişi” anlamında kullanılan “Lotus Eater”, sözleriyle de bu temayı destekleyen, ama tabii ki sözlerinden çok “nasıl yani”ler uyandıran müziğiyle öne çıkan bir parça. 5.48’de giren bölüm için şimdiden pek çok YouTube videosu hazırlandı bile (Super Mariopeth). Yine gidip albümün en sıradan parçasına (Porcelain Heart), yine kötü bir klip çeken Opeth, klip çekmemesi gereken gruplar listesinde zirvedeki yerini koruyor. Marc Dorcel tarzı gotik konulu porno tadındaki klip, hem şarkının, hem de deli hayranlar tarafından “kutsal”,” ulaşılmaz” sayılan Opeth’in havasını maalesef alıp götürüyor. Diğer şarkılardan bahsetmeye gerek duymuyorum, hepsi de kendine özgü sayısız bölüm barındıran ve elbet dinlemeden anlaşılamayacak çalışmalar.
Albümle ilgili en büyük eleştirimse sunumla ilgili. Bir normal bir de dört bonus şarkılı (iki cover, bir “Porcelain Heart” versiyonu, bir de yeni şarkı “Derelict Herds”) özel versiyonu olan “Watershed”in hiçbir versiyonunda şarkı sözleri yer almıyor. İnternette okuduğum özel versiyon yorumlarında rastladığım bu şikayet üzerine, normal versiyonu alan bendeniz, bunda da şarkı sözü ve grup fotoğrafı göremeyince deliye dönmüş, boş yere dört ekstra parçadan olmuş, elime büyüteç almadan okuyamadığım kitapçık yazılarıyla da “öeh” demiş bulunmaktayım. Özel versiyonu bilmem, ama normal versiyonun kitapçık kağıt kalitesi bile oldukça kötü. Neden…. Neden!!? (Bu arada, grup fotoğrafı yok demişken, albümün arka tarafındaki tuhaf bakışlı şehla abinin, grup elemanlarının suratlarının Photoshop’ta birleştirilmiş bir hali olduğuna dair yorumlar var.. doğruluğu nedir bilmem.)
Son olarak azıcık da grubun geri kalanından bahsetmek isterim. Grubun internet sitesinde ilham kaynakları arasında Hüsnü Şenlendirici’yi göstererek dengemi bozan Martin Mendez’in her zamanki gibi olduğu “Watershed”de, gruptan ayrılması tüm Opeth sevenlerini üzen Martin Lopez’in yerine geçen hayvan death metal davulcusu Martin Axenrot, olması gerektiği gibi bir performans sergilemiş. Lopez’den oldukça farklı bir tarzı olan Axe, Bloodbath’te yaptığı öküzlükleri burada yapamasa da, Mike’ın izin verdiği ölçülerde yeteneklerini göstermiş (“Porcelain Heart”daki ultra gereksiz davul solosu/atağı hariç). Peter Lindgren’in boşalttığı koltuğa geçen Arch Enemy yedeği Fredrik Akesson da, Lindgren’e göre daha çok notalı sololarıyla, duygusal anlamda olmasa da, teknik anlamda gruba yeni dinamikler katmış. Albümün 2007 sonbaharında yazıldığı düşünüldüğünde, Akesson’un müziğe asıl katkısını bir sonraki albümde göreceğiz diye düşünüyorum. Per Wiberg’se kısa sürede grubun demirbaşlarından biriymişçesine benimsendi ve albümden albüme artan görevleriyle, Opeth müziğinin daha farklı yerlere taşınmasında önemli bir yer teşkil eder oldu.
Ve kapayalım.. Bundan on yıl öncesine kadar, oldukça sınırlı sayıda insan tarafından bilinen ve bu kişilerce de adeta tapılan Opeth, artık çoğunlukla progresif metal olarak anılan, dünyaca ünlü prodüktör Rick Rubin’in bile ilgilendiği, çıktığı hafta sadece Amerika’da 20.000 satan ve Billboard listesine 23. sıradan giren albümler yapan bir makineye dönüşmüş durumda. Bir “metalci” için oldukça olumsuz gibi duran bu durumu ilginç kılansa, işte Opeth’in bir fenomen olmasını sağlayan o sebep. Her ne kadar Opeth o eski, hayallerde kalan Opeth olmasa ve artık dinleyeni dünyadan alıp götüren o müziği yapmasa da, metale, daha önemlisi de doksanlar ve iki binler müziğine kattıklarıyla, her alanda post devirlerin yaşandığı günümüzde bile tümüyle özgün olarak farkını, değerini ortaya koymakta.
Herkesin bildiği üzere, Mikael Akerfeldt bu müziğin tarihine adını yazdırmış bir deha ve Opeth’le olsun olmasın, o müzik yaptığı sürece adını duymaya devam edeceğiz. Yakın zamanda bir mutsuz son da görünmediğne göre, her albümü başyapıt olan grubun daha uzun süre ortalıkta olacağını bilmek, insanlık adına yeterince rahatlatıcı.
“…uoy ees i ,natas teews ih …thginot kcab emoc ,draytruoc eht fo tuo”
opeth’in ghost reveries’i müzikal kalite ve doyuruculuk anlamında geçemediği gene de 10 üzerinden en az bir 8 alacak albümü. bu albüm için şunu diyebilirim, en sevdiğiniz yemekten sadece bi tabak yemeniz gibi bir durumun benzerini yaşatıyor. yani güzel albüm ama doyurmuyor. elinizdekiyle yetinmek zorunda kaldığınız için de çok fazla memnun olamıyorsunuz.
porcelain heart’ta 02.12 gibi giren davul atağı cidden çok garip. ne gerek vardı dedim dinlerken. the lotus eater da sıradışı geldi en azından opeth için. girişteki intro niteliğindeki coil’ı saymazsak opeth albümlerinin ilk şarkısı genelde -benim için- o albümün en sevdiğim şarkısı oluyor. albümün ilk 3 şarkısı bittiğinde tamam, bu sefer harika bir albüm geliyor dedim ama sonraki şarkılarda bir şeyler eksik bana göre. hessian peel’in girişi etkileyici. burden güzel, ama bir harvest kadar değil. saymadığım şarkılar albümün en zayıf şarkıları.
bence “blackwater park”ın ardından en iyi 2. albüm denilebilecek çalışma “ghost reveries”dir. “ghost reveries” “watershed”i her alanda geride bırakabilecek derecede kapasiteye sahip. sıradan şarkılar dediğiniz “the grand conjuration” ise maalesef buna katılamayacağım, çünkü beste anlamında güçlü bir opeth şarkısıdır o. “watershed”in vasat noktaları daha fazla. en önemlisi soundu. “ghost reveries”in de bu bağlamda yanından bile geçemez. çok boğuk bir sound var albümde, rahatsız ediyor ve bir şeyler eksik denildiği gibi. axenrot kesinlikle bir lopez olamaz, zaten onun yaptıklarını ancak taklit ediyor. progresif metal davulcusu olmasına imkan yok, lopez’in yaptığı o zil süslemelerini de çok aradım bu albümde. her bir şeyden eksiklik çok albümde. bana göre 10 üzerinden ancak 6.5 alabilir. daha fazlası iyimserlik olur.
ben “ghost reveries”e bir türlü alışamamış bir insan olarak bu albümü daha iyi buluyorum. “Ghost Reveries”de örneğin bir “Ghost of Perdition”, “Baying of the Hounds” veya “Harlequin Forest” bu albümdeki her şarkıdan iyi olsa da, albümün ikinci yarısında çok düştüğünü düşünüyorum. Sound konusunda hak veriyorum. Bu albümün sound’u beni rahatsız etmese de, “ghost reveries”in atmosfer yaratmadaki en büyük artılarından biri sound’u.
Davulcu konusundaysa, elbet lopez opeth müziğine daha uygun, keşke kalsaydı, ama axenrot’un onu taklit etmesi de kendi başına verdiği bir karar değil, mike’ın ondan istediği bir şey bence. sonuçta opeth = akerfeldt ve duyduğumuz her şeyi de onun teyidiyle duyuyoruz. ama haklısın, axenrot’tan bir progresif metal davulcusu olmaz. tıpkı martin lopez’den axenrot kadar iyi bir death metal davulcusu olamayacağı gibi.
Opeth fanı değilim ondan sanırım ben bu albümü hayırlı bir gelişme olarak görüyorum. Çok sevmedim albümü doğruya doğru ama adamların daha bir “grup” olduğunu düşünüyorum. Akerfeldt ilk defa kendinden daha yetenekli bir gitaristle çalışacak, Axe’ın Lopezleşmesi bir kenara ben iyi-kötü kendi imzasını attığını düşünüyorum albüme. Albümün problemi bence icradan kaynaklanmıyor, besteler problemli. Bazı şarkılar üzerinde çok emek harcanmış hissi veriyor (mesela burden akerfeldt’in bestecilik adına en iyi işlerinden biri), bazıları da fazla sallanmamış gibi duruyor. Bir sonraki albümle, o zamana kadar “grup” hadisesini oturttuklarını varsayıyorum, “yeni” opeth soundunu tam anlamıyla görebilmek mümkün olacak. Buna biraz geçiş albümü gibi bakmak lazım.
aekerfeldt günün shuldiner’ıdır. çok uzun zaman “yeni birşey dinlemeye gerek duymadım” ve müzikten koptum bir ara resmen. etrafın elektronik müzikten geçilmez hale gelmesi ve arkadaşlarımın da bundan nasibini alması sonucu…
sonra opeth’le tanıştım…müzik tekrar doğru hayatıma. sağolasın aekerfeldt diyorum.
“watershed’le beraber bir yöne doğru gidiyoruz ama tam olarak nereye doğru bilemiyorum. mesela the lotus eater diye bir şey var, tamamiyle şu andaki müzikal durumu çok güzel özetliyor. darmadağın, s…k! heheh”
-mikael akerfeldt-
ne güzel özetlemiş, 1 sene önce oyu atsam heralde 6 atardım, al sana 9 mikael…
heritage’da ve pale’de davulları çalan adamla burdaki adam aynı değil ya. yani olamaz gibime geliyor. nerede burda duygusal olmaya kasan öküz martin, nerede heritıç’ta tuşenin gadasını alırken ziller üzerinde sevgilisine omlet yaparcasına gerdan kırdıran romantik herif. şu albümün davullarını bi daha kaydediverseler ne hoş olacak.
Değerini bilemedik Watershed. Özür dileriz Watershed. Heritage ile Pale Communion’u gördükten sonra sana ne kadar haksızlık ettiğimizi gördük Watershed. Taş gibi albümmüşsün Watershed.
Çokta kötü bir albüm sayılmaz ama son iki albumune geçişi hex omega ve derelict herds ile belli etmiş bir önhaberci niteliği taşıyor. ( arada giren brutal vokalleri saymıyorum )
Coil, heir apparent, burden, lotus eater( bir tek sonunu sevdim ) sahiden değer verilip dinlenmesi gerek şarkılar.
Heritage ve Pale Communion’ı daha başarılı buluyorum bundan, elbet gayet iyi bir albüm ancak Opeth’in kalitesini en az yansıtan albüm olduğunu düşünüyorum. Porcelain Heart, Hex Omega, Derelict Herds bunları en fazla 3′er kere falan dinlemişimdir, oldukça zayıf şarkılar mesela.
Şahsen bu ve buna yakın kalitede albümler yapmaları yerine, Pale Communion, Heritage gibi şeyler yapmalarını tercih ederim. Bu dediklerim elbet bahsettiğimiz grup Opeth ve yine bahsettiğimiz adam Mikael Akerfeldt olduğu için geçerli, yoksa tabii baya iyi bir albüm.
@İlker, Pale Communion albümünün Opeth’in Blackwater Park’tan beri yaptığı en iyi şey olduğunu düşünüyorum ben de. Hatta bazen gaza geldiğimde Opeth’in yaptığı en şey olduğunu düşündüğüm bile oluyor.
hex omega, porcelain heart’a da zayıf şarkılar dendiğini ilk defa burada gördüm. akerfeldt görse gülerdi.:) yahu konuştuğunuz opeth. burada da sıkça pohpohlanan bir topluluk. sırf akerfeldt yaptı diye pale communion tabii ki iyi olur çünkü o bir akerfeldt. başka sıradan bir isim yapsa eminim hiç dinlenmezdi.
Sitede cidden bazen dumur edici yorumlar görüyorum. Yani diyorum ki ulan bu yorum hangi kafayla yazıldı. Üstte şeyh hulud’un yaptığı yorum da bunlardan biri. Yani ne bileyim zevkler renkler tamam da bazı durumlarda geçerli bir şey değil bence zevkler renkler meselesi. Herhalde yeryüzünde Opeth’in en iyi işinin Pale Communion olabileceğini bir tek şeyh hulud düşünüyordur. İkinci bir kişi daha varsa…neyse.
Ha bu arada Porcelain Heart, tek başına tüm Pale Communion’dan daha ruhlu bence.
@saw you drown, :) o konuda gerçekten yeryüzünde yalnız olabilirim. Cidden Pale Communion en sevdiğim Opeth albümü oldu zamanla. Genel olarak çok Opeth sever biri olmamamın da bunda etkisi olabilir. O albümde öyle eğlenceli bi retro-modern dengesi var ki acayip hoşuma gidiyo.
O değil de şaka maka Opeth açık ara en fazla bu ülkede fanboy’a sahip sanırım. Şu sıçsalar dinlerim esprisi bir gün gerçekten gerçekleşecek diye korkuyorum. Akerfeldt de bir ara Devin Townsend gibi osuracak ve hayranları ”aaa ne güzel osurmuş çok progresif” diyecekler.
Bu albümü ilk dinlediğimde en hastası olduğum parça Hex omega olmuştu ama sonra defalarca dinleyince daha derin şarkılar olduğunu keşfettim. Hessian Peel gibi.
Porcelain Heart davul atakları beğenilmemiş ama bence çok ayrı bi tat katmış parçaya. Yani Opeth’in bu sert, karanlık gitar riffleri altına alaycı davullar yazma olayı yeni değil zaten.
Ben bir damnation opethcisi olarak bu albümü en iyi ilk beş albüm içine koyuyorum. Ayrıca Heir Apparent isimli parçanın kapanışı tüyleri diken diken etmiyo mu, ediyor.
Bazı albümler gerek akışıyla, gerekse bir bütün olarak parça parça bakıldığına kıyasla daha büyük bir anlam ifade edebilmesiyle parçalarının toplamından daha değerlidir.
bence opeth in blackwater park dan sonra en iyi ikinci hatta progresif elementeri metal muzikle harmanlamasi acisindan bakarsak acik ara en iyi albumleri. heritage ve sonrasinda cikan albumleri disarida biraktigim bu degerlendirmemde sahsen watershed in bu progresif hucumuna rakip gosterilebilecek tek albumun ghost reviries oldugunu dusunuyorum. ama bence watershed fersah fersah daha iyi bir album. bunun en onemli sebeplerinden bi tanesi bence ghost reviries e gore daha derli toplu, muzikle beraber vermek istedigi atmosferi cok daha iyi veren ne olmak istedigini bilen bir album olmasi. death metal etkisinin azalip yerine daha progresif anlara birakmasi cok yerinde olmus. albumdeki death metal ve prog rock/psychedelic arasindaki denge o kadar iyiki sanki bir film izliyomus edasiyla albumu acip sadece ona konsantre olmak mumkun. watershed cidden muzikten cok daha ote birsey daha cok bir deneyim. bu deneyim sadece riff ler aracaligi yada ile aktarilicak bisey degil. burda verilmek istenen his tekinsizlik-delilik yada huzun hissi oyle yada boyle albumde o kadar iyi hissediliyoki buna normal muzik gozuyle bakip herhangi bir zamanimda acip dinlemeyi albume bir hakaret olarak goruyorum…
opeth’in ghost reveries’i müzikal kalite ve doyuruculuk anlamında geçemediği gene de 10 üzerinden en az bir 8 alacak albümü. bu albüm için şunu diyebilirim, en sevdiğiniz yemekten sadece bi tabak yemeniz gibi bir durumun benzerini yaşatıyor. yani güzel albüm ama doyurmuyor. elinizdekiyle yetinmek zorunda kaldığınız için de çok fazla memnun olamıyorsunuz.
porcelain heart’ta 02.12 gibi giren davul atağı cidden çok garip. ne gerek vardı dedim dinlerken. the lotus eater da sıradışı geldi en azından opeth için. girişteki intro niteliğindeki coil’ı saymazsak opeth albümlerinin ilk şarkısı genelde -benim için- o albümün en sevdiğim şarkısı oluyor. albümün ilk 3 şarkısı bittiğinde tamam, bu sefer harika bir albüm geliyor dedim ama sonraki şarkılarda bir şeyler eksik bana göre. hessian peel’in girişi etkileyici. burden güzel, ama bir harvest kadar değil. saymadığım şarkılar albümün en zayıf şarkıları.
07.12.2014
@like fire, 02.12′deki o atak cidden çok garip. Sanki biri orada illa davul atağı olacak demiş ve oraya zorla sıkıştırılmış gibi.
bence “blackwater park”ın ardından en iyi 2. albüm denilebilecek çalışma “ghost reveries”dir. “ghost reveries” “watershed”i her alanda geride bırakabilecek derecede kapasiteye sahip. sıradan şarkılar dediğiniz “the grand conjuration” ise maalesef buna katılamayacağım, çünkü beste anlamında güçlü bir opeth şarkısıdır o. “watershed”in vasat noktaları daha fazla. en önemlisi soundu. “ghost reveries”in de bu bağlamda yanından bile geçemez. çok boğuk bir sound var albümde, rahatsız ediyor ve bir şeyler eksik denildiği gibi. axenrot kesinlikle bir lopez olamaz, zaten onun yaptıklarını ancak taklit ediyor. progresif metal davulcusu olmasına imkan yok, lopez’in yaptığı o zil süslemelerini de çok aradım bu albümde. her bir şeyden eksiklik çok albümde. bana göre 10 üzerinden ancak 6.5 alabilir. daha fazlası iyimserlik olur.
ben “ghost reveries”e bir türlü alışamamış bir insan olarak bu albümü daha iyi buluyorum. “Ghost Reveries”de örneğin bir “Ghost of Perdition”, “Baying of the Hounds” veya “Harlequin Forest” bu albümdeki her şarkıdan iyi olsa da, albümün ikinci yarısında çok düştüğünü düşünüyorum. Sound konusunda hak veriyorum. Bu albümün sound’u beni rahatsız etmese de, “ghost reveries”in atmosfer yaratmadaki en büyük artılarından biri sound’u.
Davulcu konusundaysa, elbet lopez opeth müziğine daha uygun, keşke kalsaydı, ama axenrot’un onu taklit etmesi de kendi başına verdiği bir karar değil, mike’ın ondan istediği bir şey bence. sonuçta opeth = akerfeldt ve duyduğumuz her şeyi de onun teyidiyle duyuyoruz. ama haklısın, axenrot’tan bir progresif metal davulcusu olmaz. tıpkı martin lopez’den axenrot kadar iyi bir death metal davulcusu olamayacağı gibi.
Opeth fanı değilim ondan sanırım ben bu albümü hayırlı bir gelişme olarak görüyorum. Çok sevmedim albümü doğruya doğru ama adamların daha bir “grup” olduğunu düşünüyorum. Akerfeldt ilk defa kendinden daha yetenekli bir gitaristle çalışacak, Axe’ın Lopezleşmesi bir kenara ben iyi-kötü kendi imzasını attığını düşünüyorum albüme. Albümün problemi bence icradan kaynaklanmıyor, besteler problemli. Bazı şarkılar üzerinde çok emek harcanmış hissi veriyor (mesela burden akerfeldt’in bestecilik adına en iyi işlerinden biri), bazıları da fazla sallanmamış gibi duruyor. Bir sonraki albümle, o zamana kadar “grup” hadisesini oturttuklarını varsayıyorum, “yeni” opeth soundunu tam anlamıyla görebilmek mümkün olacak. Buna biraz geçiş albümü gibi bakmak lazım.
aekerfeldt günün shuldiner’ıdır. çok uzun zaman “yeni birşey dinlemeye gerek duymadım” ve müzikten koptum bir ara resmen. etrafın elektronik müzikten geçilmez hale gelmesi ve arkadaşlarımın da bundan nasibini alması sonucu…
sonra opeth’le tanıştım…müzik tekrar doğru hayatıma. sağolasın aekerfeldt diyorum.
ehmed’e katılmıyorum gereğinden fazla tekrar barındırıyor bu albüm
Brutal vokal çok az bu albümde. bana göre gayet sıkıcı bir albüm. beğendiğim şarkılar heir apparent ve burden diğerleri facia :S
13.03.2011
demişim halt etmişim. süper bir albüm, bu da ghost reveries gibi anlamak için zaman istiyormuş.
Coil gibi bir açılışı olan albüm en az 7′yi hakeder bence.
Yeri gelmişken:
Ghost Reveries>Still Life>Blackwater Park>diğerleri
Pek kimsenin şeyinde olmayan Hex Omega harika bir şarkı.
“watershed’le beraber bir yöne doğru gidiyoruz ama tam olarak nereye doğru bilemiyorum. mesela the lotus eater diye bir şey var, tamamiyle şu andaki müzikal durumu çok güzel özetliyor. darmadağın, s…k! heheh”
-mikael akerfeldt-
ne güzel özetlemiş, 1 sene önce oyu atsam heralde 6 atardım, al sana 9 mikael…
harika bir albüm. yavaş yavaş sindirilmesi lazım sadece :)
Hessian Peel çok derin bi’şarkı derin bi albüm..
30.03.2013
Hessian Peel’ın bazı kısımları gerçekten çok güzel. Ama şarkı içi kopuklar, şarkının atmosferine hafiften gölge düşürüyor bence.
Bu kadar iyi çalınabilir.
http://www.youtube.com/watch?feature=fvwp&v=oM53cobIuy0&NR=1
30.03.2013
@Ahmet Saraçoğlu, Canlı ahtapot yutmuş. Hey maşallah.
heritage’da ve pale’de davulları çalan adamla burdaki adam aynı değil ya. yani olamaz gibime geliyor. nerede burda duygusal olmaya kasan öküz martin, nerede heritıç’ta tuşenin gadasını alırken ziller üzerinde sevgilisine omlet yaparcasına gerdan kırdıran romantik herif. şu albümün davullarını bi daha kaydediverseler ne hoş olacak.
15.06.2022
@GiantZillerIndo, martin lopez olsaydı çok daha farklı olurdu emin ol.
Değerini bilemedik Watershed. Özür dileriz Watershed. Heritage ile Pale Communion’u gördükten sonra sana ne kadar haksızlık ettiğimizi gördük Watershed. Taş gibi albümmüşsün Watershed.
Çokta kötü bir albüm sayılmaz ama son iki albumune geçişi hex omega ve derelict herds ile belli etmiş bir önhaberci niteliği taşıyor. ( arada giren brutal vokalleri saymıyorum )
Coil, heir apparent, burden, lotus eater( bir tek sonunu sevdim ) sahiden değer verilip dinlenmesi gerek şarkılar.
Heritage ve Pale Communion’ı daha başarılı buluyorum bundan, elbet gayet iyi bir albüm ancak Opeth’in kalitesini en az yansıtan albüm olduğunu düşünüyorum. Porcelain Heart, Hex Omega, Derelict Herds bunları en fazla 3′er kere falan dinlemişimdir, oldukça zayıf şarkılar mesela.
Şahsen bu ve buna yakın kalitede albümler yapmaları yerine, Pale Communion, Heritage gibi şeyler yapmalarını tercih ederim. Bu dediklerim elbet bahsettiğimiz grup Opeth ve yine bahsettiğimiz adam Mikael Akerfeldt olduğu için geçerli, yoksa tabii baya iyi bir albüm.
17.08.2015
@İlker, Pale Communion albümünün Opeth’in Blackwater Park’tan beri yaptığı en iyi şey olduğunu düşünüyorum ben de. Hatta bazen gaza geldiğimde Opeth’in yaptığı en şey olduğunu düşündüğüm bile oluyor.
hex omega, porcelain heart’a da zayıf şarkılar dendiğini ilk defa burada gördüm. akerfeldt görse gülerdi.:) yahu konuştuğunuz opeth. burada da sıkça pohpohlanan bir topluluk. sırf akerfeldt yaptı diye pale communion tabii ki iyi olur çünkü o bir akerfeldt. başka sıradan bir isim yapsa eminim hiç dinlenmezdi.
Sitede cidden bazen dumur edici yorumlar görüyorum. Yani diyorum ki ulan bu yorum hangi kafayla yazıldı. Üstte şeyh hulud’un yaptığı yorum da bunlardan biri. Yani ne bileyim zevkler renkler tamam da bazı durumlarda geçerli bir şey değil bence zevkler renkler meselesi. Herhalde yeryüzünde Opeth’in en iyi işinin Pale Communion olabileceğini bir tek şeyh hulud düşünüyordur. İkinci bir kişi daha varsa…neyse.
Ha bu arada Porcelain Heart, tek başına tüm Pale Communion’dan daha ruhlu bence.
17.08.2015
@saw you drown, :) o konuda gerçekten yeryüzünde yalnız olabilirim. Cidden Pale Communion en sevdiğim Opeth albümü oldu zamanla. Genel olarak çok Opeth sever biri olmamamın da bunda etkisi olabilir. O albümde öyle eğlenceli bi retro-modern dengesi var ki acayip hoşuma gidiyo.
O değil de şaka maka Opeth açık ara en fazla bu ülkede fanboy’a sahip sanırım. Şu sıçsalar dinlerim esprisi bir gün gerçekten gerçekleşecek diye korkuyorum. Akerfeldt de bir ara Devin Townsend gibi osuracak ve hayranları ”aaa ne güzel osurmuş çok progresif” diyecekler.
Bu albümü ilk dinlediğimde en hastası olduğum parça Hex omega olmuştu ama sonra defalarca dinleyince daha derin şarkılar olduğunu keşfettim. Hessian Peel gibi.
Porcelain Heart davul atakları beğenilmemiş ama bence çok ayrı bi tat katmış parçaya. Yani Opeth’in bu sert, karanlık gitar riffleri altına alaycı davullar yazma olayı yeni değil zaten.
Ben bir damnation opethcisi olarak bu albümü en iyi ilk beş albüm içine koyuyorum. Ayrıca Heir Apparent isimli parçanın kapanışı tüyleri diken diken etmiyo mu, ediyor.
Son olarak ”Mariopeth” olayı cidden komik :D
Mikael Akerfeldt’in beni travmatize etmeden önce diğer grup üyeleriyle çıkardığı sevdiğim son albümü. Güzel albüm. Hiç olmazsa Brutal vokal var.
Bazı albümler gerek akışıyla, gerekse bir bütün olarak parça parça bakıldığına kıyasla daha büyük bir anlam ifade edebilmesiyle parçalarının toplamından daha değerlidir.
Bu albüm tam tersine güzel bir örnek.
bence opeth in blackwater park dan sonra en iyi ikinci hatta progresif elementeri metal muzikle harmanlamasi acisindan bakarsak acik ara en iyi albumleri. heritage ve sonrasinda cikan albumleri disarida biraktigim bu degerlendirmemde sahsen watershed in bu progresif hucumuna rakip gosterilebilecek tek albumun ghost reviries oldugunu dusunuyorum. ama bence watershed fersah fersah daha iyi bir album. bunun en onemli sebeplerinden bi tanesi bence ghost reviries e gore daha derli toplu, muzikle beraber vermek istedigi atmosferi cok daha iyi veren ne olmak istedigini bilen bir album olmasi. death metal etkisinin azalip yerine daha progresif anlara birakmasi cok yerinde olmus. albumdeki death metal ve prog rock/psychedelic arasindaki denge o kadar iyiki sanki bir film izliyomus edasiyla albumu acip sadece ona konsantre olmak mumkun. watershed cidden muzikten cok daha ote birsey daha cok bir deneyim. bu deneyim sadece riff ler aracaligi yada ile aktarilicak bisey degil. burda verilmek istenen his tekinsizlik-delilik yada huzun hissi oyle yada boyle albumde o kadar iyi hissediliyoki buna normal muzik gozuyle bakip herhangi bir zamanimda acip dinlemeyi albume bir hakaret olarak goruyorum…