Bu yazıya kaç kez başlayıp, satırlarca yazıp da değiştirdiğimi, hepsini silip yeniden başladığımı inanın hatırlamıyorum. Ülkemizdeki genç nüfus düşünüldüğünde olması gerekenin çok altında metal grubumuz olduğundan tutun da, bu gruplardan sadece çok az bir kısmının kaliteli işler yapmasından dem vurmaya kadar pek çok giriş yaptım, ancak istediğim, bu yazıya yakışacak o açılışı bir türlü yapamadım. Ben de hepsini son bir kez silip olaya çotank diye girmeye karar verdim. Ama yazıya o kadar da bodoslama giremeyeceğim için, bu açıklama kısmını başa koyarak kendimce bir tat yakalamaya çalıştım. Şimdi o bodos kısma başlıyorum.
Kanada’da ikamet ederken posta kutuma gelen “Blueprint” demosunu alıp dinlediğimde, daha ilk notalar başlar başlamaz hissettiğim duyguyu açık açık söyleyeyim: “Oh be sonunda beni de heyecanlandıran, yapacaklarını merak edeceğim bir Türk grubu çıktı.” Bu gerçek anlamda bir rahatlama, belki kısmen de bir gururdu. O zamandan bu yana yaklaşık iki yıl geçti ve Nettlethrone, çok az bir kısmına şahsen de tanık olduğum yoğun emeklerinin sonucunda, eğer iyi ya da kötü bir Türk metal sahnesi varsa, o sahnenin zaman içindeki (en) önemli albümlerinden birini yarattı “Dissonant Progression”la.
Yapılmamış bir şey yapma ya da bir türü alıp başka elementlerle mutantlaştırma gibi bir derdi olmayan, sadece doksanların başından ortalarına kadar geçen kısımda İsveç’ten çıkan death metal gruplarının yaptığı müziği çok seven bu adamların, bundan on beş yıl öncesinin ruhunu taşıyan şarkılar yapma isteği ile ortaya çıkan bir müzik var karşımızda. Bu amaçlarını, “aha da At the Gates’in şu şarkısından almışlar”, “bak bak aynı Dismember yapmaya çalışmışlar” dedirtmeden, ustalara saygıyı eksik etmeyen, sadece türe bağlı kalıp kendi özgünlüklerini korur şekilde yapmış olmaları takdire şayan. “Dissonant Progression” olağanüstü bir albüm mü, bir death metal klasiği mi? Değil. Ama, bu tarz içinde ülkemizden çıkan sayılı albümlerden biri, kimileri için –gayet de kabul edilebilir bir şekilde- belki de en iyisi.
On adet parçanın bulunduğu “Dissonant Progression”da, Nettlethrone’un türün kurallarını iyi özümsemiş olduğu hemen anlaşılıyor. En bilinir olarak Dark Tranquillity’den aşina olduğumuz ve “damar” dediğimiz sert ama hüzünlü harmonik gitarlardan, türün demirbaş albümlerinin geleneği haline gelmiş araya konan kısa akustik parçaya kadar Göteborg sound’unun oluşmasını sağlayan her tür dinamiği bulmak mümkün. Her parçada mutlaka çoğunluğun hoşuna gidecek türde yaratıcı bölümler bulmanın mümkün olduğu “Dissonant Progression”da da öne çıkan ve daha arka planda kalan parçalar var. Kişisel favorilerim, beste yapısı açısından Dark Tranquillity havası barındıran enfes “A Vindiction” ve “Sewn Shut Eyes”; Autumn Leaves, hatta yer yer Amon Amarth’ı akıllara getiren “Preaching the Crisis Discipline”, bahsettiğim damar havayı dibine dek veren “In Five Seconds We Shall Fall” ve ufak tefek besteleme sorunları olduğunu düşünsem de albümün en Floridalı parçası olan “Aesthetics of a Dead Art”. Şarkıları başka gruplara atıfta bulunarak tarif etmeme bakmayın, sadece daha rahat fikir vermesi açısından; yoksa Nettlethrone bir demo, bir de albümle –en azından Türkiye sınırları içinde- kendi sound’unu oluşturmayı başardı bile. Artık bu topraklar içinden çıkan herhangi bir şarkının Nettlethrone olup olmadığını, duyduğunuz anda anlamanız mümkün. Tabii bunda herkes tarafından takdir edilen gitar tonlarının da etkisi var.
Müzik dışındaki konulara baktığımızda da yüzümüzü güldüren gelişmelere tanık oluyoruz. Grubun müziğini gerektiği gibi yansıtan albüm kapağı bunlardan ilki. Her ne kadar ben gruptan içinde daha çok şey olan, nasıl diyeyim, daha kompleks bir kapak bekliyorduysam da (bir şekilde albüm ismi beni böyle düşünmeye itmişti), karşımızdaki minimalist ama karanlık çalışma da yeterince güzel. Bundan daha önemlisi, şarkı sözlerinde karşımıza çıkıyor. Elbette ki bugüne dek çıkan İngilizce sözlü her Türk metal albümünü dinlemiş falan değilim, ama “Dissonant Progression”daki sözler, bugüne dek bir Türk grubundan okuduğum en iyi İngilizce sözlerden bazıları. Bu konuda Nettlethrone’un anadili İngilizce olmayan yabancı türdaşlarından hiçbir eksiği yok.
Sadede gelelim. Bu albümü alın arkadaşlar. Bakın o kadar konuşuyoruz Göteborg piyasası ne güzel, Helsinki’de her 4 kişiden biri metal dinliyormuş falan diye. Elbette ki ülkemizin bu ülkeler gibi bir metal geçmişi, potansiyeli yok. Olamaz da. Siz albümü çok alırsanız Nettlethrone elemanlarının parayı bulması falan da söz konusu değil. Ancak zaten az sayıda (hatta “tek tük”) iyi albümün çıktığı ülkemizde, gerçekten emek vererek, hem de anlamlı ve bilinçli bir emek vererek yapılan bu ve benzeri albümleri de para ödeyip almazsak, kolaycılık da demiyorum, kendi kabına işeyen bilinçsiz bir yaklaşımla sağdan soldan kopyalama, internetten indirme yoluna gidersek, o zaman ülkemizde neden birkaç yılda bir iyi albüm çıktığına dair verecek bir cevabımız da olamaz. Böylesi aklı başında gruplara/arkadaşlarımıza, bu kadarcık bir desteği göstermek “zorundayız”. Zorundayız çünkü Nettlethrone gibi potansiyel fışkıran ve ne yaptığını bilen gruplar bu desteği görmeli, bu sayede bir sürü konserler vermeli, belli bir kitle oluşturmalı ve ardı ardına albümler çıkarmalılar. Gurur duyacağımız gruplar yaratmanın tek yolu bu.
Sadece ülkemizden çıktığı, bizden birileri yaptığı için değil; iyi ve kaliteli olduğu için almanız gereken bir albüm. Ha bir de, gökteki kırmızı hala bizim olduğu için.
“Dostum Türk demişsin ama bunlar İsveçli” esprisini yapmak istiyorum izninizle. Hakikaten çok sağlam. Dağılmaları da bir o kadar üzücü.
2009 daki arkadaşlar 2019 dan yazıyorum. Böyle bir albüm yapan gurup neden dağılır ki? 10 numara albüm. Keşke devamı gelseymiş. CD ve LP leriyle koleksiyonumuzu süsleselermiş. Üzücü. Bu arada spotifyda da yok albüm. Allahtan CD ye sahibim.