“Sacrament”ın bir “As The Palaces Burn” olmadığı ortada. Grup yine patentli riflerini, davullarını, vokallerini olanca hayvanlıklarıyla dinleyicinin kulaklarına kussa da, albümde eski Lamb Of God keskinliğini ve yırtıcılığını bulmak pek de mümkün değil.
Tür karmaşasında adı en alakasız sıfatlarla anılan, thrash metal, death metal, neo-thrash, metalcore, yeni nesil Amerikan metali, Southern metal gibi farklı türler içine sokulmaya çalışılan Lamb Of God, -”Burn The Priest”i saymazsak- dördüncü stüdyo albümünü nihayet piyasaya sürdü. Kanımca ne tür altında anıldığına bakılmaksızın son derece orijinal bir müzik yapan Lamb Of God, duyulduğu anda kendini belli eden tarzı, her ne kadar Pantera ve Slayer’dan etkilenmiş olsalar da yine de özgün olan besteleri ve hepsinden önemlisi, oluşturmayı başardıkları Lamb Of God markasıyla, günümüzün adı en ön plandaki gruplarından biri haline geldi.
Lamb Of God markası nedir peki? Tam olarak nasıl ifade etmem gerekiyor bilmiyorum ama Lamb Of God, dinleyicisine adrenalin salgılatan, ona kendini güçlü hissetmesini sağlayan bir his yayan, “Amerikan kırosu” tadında bir sert adamlık barındırmamasına rağmen yine de etrafında böyle bir “güçlülük” atmosferi yaratmayı başarmış bir grup. Sıkılan dişler, sıkılan yumruklar, ama asla sıkılmayan Lamb Of God dinleyicileri. “As The Palaces Burn” ile kariyerine ve günümüz metal dünyasına bir başyapıt kazandıran grup, ardından çıkardığı “Ashes Of The Wake” ile de ne derece büyüyebileceğini göstermiş, adeta bir gövde gösterisine girişmişti. Bakalım şu an elimde tuttuğum yeni albüm “Sacrament” ne durumda.
İlk olarak “Sacrament”ın bir “As The Palaces Burn” olmadığı ortada. Grup yine patentli riflerini, davullarını, vokallerini olanca hayvanlıklarıyla dinleyicinin kulaklarına kussa da, albümde eski Lamb Of God keskinliğini ve yırtıcılığını bulmak pek de mümkün değil. Bundan önceki iki albümde sosyal içerikli –büyük oranda savaşı ve Amerika Birleşik Devletleri politikalarını eleştiren- sözler yazan grup, bu sefer daha geniş çerçeveli, öncekiler kadar iğneleyici olmayan sözlere yer vermiş. Chris Adler’ın ilk saniyesinden “bu benim” diyen davulları her zaman olduğu gibi yine kusursuz, hatta öncekilerden bile daha ön planda. Ama açıkçası “Ashes Of The Wake”tekiler kadar karakterli ve “bu rife daha iyi bir davul yazılamaz” düşüncesini uyandırır nitelikte değiller -gerçi bu durum bestelerden kaynaklanıyor, Adler’a dil uzatan taş olur. Gitarlar konusunda grup zaten hep kusursuz bir grafik çiziyordu, bu sefer de durum pek farklı değil. Gitaristler Willie Adler ve Mark Morton’un, sayısız grubu kıskandıracak düzeyde bir uyumu var ve yine dinleyenin suratında bam güm patlayan bir rif saldırısı söz konusu. Albümde performansıyla en çok dikkatimizi çeken eleman ise Randy Blythe. “New American Gospel” sonrasında hep aynı kükreyen vokali sergileyen ve hep aynı notadan söylemesine rağmen Lamb Of God’ın en karakteristik özelliklerinden birini oluşturan Blythe, grubun fanatikleri için de asla değişmemesi gereken bir tarza sahipti. Peki ya şimdi? Şimdi de durum yüzde doksan beş oranında böyle. Ama bunun dışında Randy birkaç yerde benim pek ısınamadığım vokal denemelerine de girişmiş. Bunlara şarkılarda sırası geldikçe değineceğim.
Çok dikkat çekici bir kapağı olmayan “Sacrament”, önceki albümlerin açılışlarını yapan “Black Label”, “Ruin” ve “Laid To Rest”in klasikler üstü konumlarını aratır cinsteki “Walk With Me In Hell” ile açılıyor. Her ne kadar böyle bir tanımlama yaptıysam da, aslında şarkı son derece güzel bölümlere sahip, tüm Lamb Of God karakteristiklerini gözler önüne seren ve albümün de favorilerinden olan bir çalışma. Dinamik yapısıyla albüme ilginç bir açılış yapan şarkıda, gitaristlerin teknik becerilerini geliştirdiklerini kanıtlar nitelikte çok sağlam bir de solo var.
İnanmayan baksın:
İkinci parça “Again We Rise” her anıyla Lamb Of God kokusunu yayarken, önceden duyduğumuz ve Pantera’ya bir atıf olduğu ortada olan “Redneck” de albümün güçlü bir start vermesine ön ayak oluyor. Nakaratına ısınmakta zorluk çektiğim ama sonradan alıştığım “Pathetic”, tam anlamıyla “damar” diye tanımlayabileceğim bölümleriyle “Descending” (o “recover”lar nedir öyle), Lamb Of God’ın eski keskinliğini aratmasına rağmen yine de dinlemesi zevkli olan “Blacken The Cursed Sun” (0.47’deki verse’e bağlanma kalıbının çok benzeri “Again We Rise”da da var), aralardaki dur kalklarıyla gönlümü alan “Forgotten (Lost Angels)”, ona bağlanarak devam eden ve albümdeki favorilerimden olan muhteşem “Requiem”, birbirinden farklı duyguarı tek çatı altında toplayan “More Time To Kill” ve alışık olduğumuz clean gitar kullanımlı kapanış şarkısı ekolüne ters düşen “Beating On Death’s Door”, albümü ortalamanın üstüne çıkarmak için yeter de artar çalışmalar. Albümde kelimenin tam anlamıyla uyuz olduğum tek bölüm, “Foot To The Throat”un sonlarına doğru kullanılan megafon efektli vokal kısmı. Şarkı her anlamda oldukça sağlam olsa da, 02.36’daki rezalet vokal efektine katlanamadığımı söylemek durumundayım. İşte Randy’nin vokaline dair başta bahsettiğim konu da buydu. Alışık olduğum ve adeta taptığım Randy vokalindeki en ufak bir değişiklik bile beni böylesi rahatsız etmeye yetiyor. Açıkçası bu kısım, bugüne dek Lamb Of God’dan duyup da “ıyk” dediğim ilk ve tek kısım.
Gelelim sonuca. “Sacrament”, Lamb Of God’dan kötü bir şey çık(a)maz düşüncesini hiç sekteye uğratmayan taş gibi bir albüm. İlk albümü tarz olarak biraz dışarıda tutarsak, “Sacrament” “As The Palaces Burn”den iyi mi? Kesinlikle hayır. “Ashes Of The Wake”ten iyi mi? Bence hayır. Ama nihayetinde karşımızda Lamb Of God var ve sayısız grubun erişemeyeceği bir kaliteyi zaten bünyelerinde default olarak barındırıyorlar. Bu yüzden de albüm, önceki çalışmalara tapan dinleyicileri çok memnun edebileceği gibi, kimilerinin ağzında kekremsi bir tat da bırakabilir; onlara tam olarak ne olduğunu açıklayamadıkları bir eksiklik de hissettirebilir. “Hem albümü beğenmişsin, hem de bazılarında böyle bir his uyandırabileceğini nereden biliyorsun?” denecek olursa, evet şu an albümü çok seviyorum. Ama açıkçası Lamb Of God dünyada en iyi tanıdığım gruplardan biri olduğu için, oluşabilecek farklı düşünceleri de tahmin edebiliyorum. Çünkü ben de ilk dinlemelerde önceki albümlerde olduğu kadar kolay giremedim albümün içine. Hatta hayal kırıklığı olarak bile düşündüğüm oldu. Ama belki kendimi hayranı olduğum bu grubun yeni çıkan albümünü sevmek zorunda hissettiğimden, belki de albüme gereğinden fazla şans verdiğimden, biraz zorla da olsa “Sacrament”ı benimsedim.
Grubun bugüne dek yaptığı albümler arasında en az hit barındıran, kısacası bugüne kadarki en sıradan yapıtları bu çalışmayı, yeni nesil Amerikan gruplarından ve neo-thrash diye adlandırılan melez gruplardan hoşlananlara öneririm. Adlarında geçse de, bu adamların hiçbir zaman kuzu gibi durmayacaklarını hepimiz biliyoruz. Bu da içimizi rahat tutmamız için yeterli sanırım.
Şarkılar 01. Walk With Me In Hell
02. Again We Rise
03. Redneck
04. Pathetic
05. Foot To The Throat
06. Descending
07. Blacken The Cursed Sun
08. Forgotten (Lost Angels)
09. Requiem
10. More Time To Kill
11. Beating On Death's Door
Parayla gidip satın aldığım ilk metal albümü.Halbuki ne umutularla almıştım. ): İlk kez TV’de Now You’ve Got Something To Die For’un klibini gördüğümde havalara uçmuştum bu nasıl bir müziktir diye.Ondan sonra ki haftada Taksim’de bir dükkanın içine daldığımda bu CD’yi görüp hemen alşmıştım.Maalesef hayal kırıklığına uğradım.2 kere Cd’yi tam tur dinlediğimde aklımda Pathetic-Redneck[Dimebag'in öldüğünü bilmesem bu şarkıda konuk olmuş diyecektim]-Requiem-Descending dışında bir şey kalmamıştı.
Ama bateristlerin tekniğine diyecek bir şey yok eleman 10 numara çalıyor.
ilk 7 parça hakikaten hiç gaz kesmeden müthiş bir şekilde gidiyor bence, tüm albüm bu şekilde gitseydi bence tam anlamıyla 10luk bir albüm olurdu, 9 veriyorum
Aslında baya iyi albüm ama çok dikkat çekmiyor sanırım. burada bile 3-5 yorum yazılmış. Again we rise, blacken the cursed sun bunlar lamb of god’ın en yoğun şarkılarıdır.
Dün Again We Rise’ı çıkardım gitarda, çalması baya eğlenceli şarkı. Kasış demeyeyim ama konsantrasyon gerektiren bölümleri var. LoG seven ve gitar çalan arkadaşlara tavsiye.
Parayla gidip satın aldığım ilk metal albümü.Halbuki ne umutularla almıştım. ): İlk kez TV’de Now You’ve Got Something To Die For’un klibini gördüğümde havalara uçmuştum bu nasıl bir müziktir diye.Ondan sonra ki haftada Taksim’de bir dükkanın içine daldığımda bu CD’yi görüp hemen alşmıştım.Maalesef hayal kırıklığına uğradım.2 kere Cd’yi tam tur dinlediğimde aklımda Pathetic-Redneck[Dimebag'in öldüğünü bilmesem bu şarkıda konuk olmuş diyecektim]-Requiem-Descending dışında bir şey kalmamıştı.
Ama bateristlerin tekniğine diyecek bir şey yok eleman 10 numara çalıyor.
08.02.2011
@Avcı, descending ve walk with me in hell de çok sağlam parçalardır hayret ettim
08.02.2011
@Avcı, 2 dinleyişte 4-5 şarkı aklında kaldıysa gayet iyiymiş aslen.
ilk 7 parça hakikaten hiç gaz kesmeden müthiş bir şekilde gidiyor bence, tüm albüm bu şekilde gitseydi bence tam anlamıyla 10luk bir albüm olurdu, 9 veriyorum
“This is a motherfucking invitation.”, bir şarkıda geçebilecek en “kendinden emin” söz herhalde. O nasıl bir gazdır lan.
Aslında baya iyi albüm ama çok dikkat çekmiyor sanırım. burada bile 3-5 yorum yazılmış. Again we rise, blacken the cursed sun bunlar lamb of god’ın en yoğun şarkılarıdır.
Blacken the Cursed Sun yeter. 9/10
İlk 4 şarkı harika. 7/10.
Dün Again We Rise’ı çıkardım gitarda, çalması baya eğlenceli şarkı. Kasış demeyeyim ama konsantrasyon gerektiren bölümleri var. LoG seven ve gitar çalan arkadaşlara tavsiye.