İşte çok ama çok tartışılacak bir albüm. Gruplar zamanla tarz değiştirebilirler, normaldir. Ama ben bunca yıllık müzik dinleyiciliğimde Disillusion’ınki kadar direkt bir değişime rastlamadım desem yeridir. Bir önceki olağanüstü debut’ları “Back To Times Of Splendor” ile çok sayıda insanı büyüleyen grup, Gloria’da adeta bambaşka bir gruba dönüşmüş.
Neydi “Back To Times Of Splendor”u olağanüstü yapan? Bir kere son derece özgün melodilerle bezenmiş, Opeth’e kısmen benzetilebilecek progresif bir death metal vardı. Ama Disillusion o albümde bile death metal diye özetlenemezdi. Grubun epik denebilecek, çok katmanlı, oldukça uzun süreli şarkılardan oluşan, ileri müzisyenlik içeren ve harika vokal melodileriyle dinleyenin başını döndüren bir müziği vardı. Herkes, daha ilk albüm böyle olduğuna göre bu adamlar ilerde kim bilir neler yapacaklar diye düşünüyordu. Çünkü bahsedilen albümdeki müzik çok kaliteliydi ve bu kalitenin üstüne çıkılabilirse grup kendine ait bir sound yaratmış olacaktı. Dünyada bu şekilde düşünen kaç kişi varsa, hepsi yanılıyordu.
Gloria’yı duyup da şok olmayan, “nasıl yani?” demeyen, albümü alıp “ben yanlış albüm mü aldım?” diye düşünmeyen kimse olmayacaktır. Gloria, dikkatli dinlendiğinde grubun ilk albümdeki benzersiz vokal melodilerini büyük ölçüde taşımasına rağmen, azalan gitar ve basitleşen davul kullanımıyla dikkat çeken ve grubun müziğine bir anda katılan elektronik ve endüstriyel öğeler, sample’lar, efektler, loop’larla öne çıkan bir çalışma. Şimdi… Albümde sabırla dinlemeyi gerektiren, “çok dumtıs var bu ne be/Disillusion tekno olmuş” diye yaklaşacak dinleyicinin zaten anlamayacağı bir müzik var. Grup her ne kadar tarzını yüz seksen dereceye yakın değiştirmiş olsa da, müzikteki kalite ve zeki fikir bolluğu hemen göze çarpıyor. Grup önceki albümdeki Opeth havası veren ve daha çok da epik denecek yoğunluktaki progresif death metal etkilenimini bırakıp, yerine yer yer yeni nesil Katatonia, Nine Inch Nails, hatta vokal bazında yoğun Nick Cave ve yer yer Einsturzende Neubauten etkilerinin geldiği bir tarza geçiş yapmış. İyi de etmiş mi?
Etmiş ya da etmemiş demek mümkün değil diye düşünüyorum. İlk albümün mükemmel oluşu, o albüm türevi bir şeye kimsenin hayır demeyeceğini garantiliyordu. Grup o albümdeki türde besteleri zorlanmadan yazabilirdi ve yine binlerce insan ayılıp bayılırdı. Yani grup bu şekilde davranmadığına göre kötü etmiş öyle mi? Pek değil. Evet ortada bir tür değişimi var ve bu değişim kusursuz işleyen bir sistem bozularak yapılmış. Ama bu, değişim sonucu varılan yeni sistemin kötü olması gerektiği anlamına gelmiyor. İnternette rastladığım onlarca “yılın/asrın hayal kırıklığı” yorumuna rağmen, ben Gloria’yı çok beğendim. Müziğe bakıyorum ve son derece yoğun duygularla karşılaşıyorum; minimalist bir yaklaşım benimseyen enstrumanların buna rağmen çok zeki işler yaptıklarını görüyorum; kafası fikirlerle dolu olduğundan emin olduğum bir vokalistin hiçbir grubunkilere benzemeyen türde melodilerle bezeli vokallerini görüyorum.
Anlaşılıyor ki Disillusion ne kadar yetenekli bir grup olduğunun farkında ve bunu daha geniş bir kitleye ulaştırmanın daha mantıklı olacağını düşünmüş. Grup, değişen müziğiyle birlikte gayet akılda kalıcı yeni bir logo yapmış, albüm kapağı olsun, grup adının yazı karakteri olsun kendine gayet modern ve “tarz” bir konsept belirlemiş ve bu yeni müzikal tarzı düşünüldüğünde de gayet akıllıca bir hareket yapmış. Açıkçası grup ilerde Metal Blade’den ayrılır da daha farklı ve büyük bir şirkete geçerse şaşırmam.
Şarkılara geçmeden önce, albümü sevmek ve sevmemek arasında ince bir çizgi olduğunu da belirtmek gerek. Ben neyse ki ilk albümü ve oradaki tarzı düşünmeden, albümü gruba göre değil, müziğe göre değerlendirme becerisini gösterebildim ve bu sayede sunulanları gerektiği şekilde değerlendirebildim, komplikasyonlar yaşamadan albümü sevdim. Ama bunu yapamayacak olanları da gayet iyi anlayabilirim, çünkü grup hakikaten sıradan bir metal dinleyicisinin lanetler edeceği bir yön değişimi yapmış. Grup belki çok bilinmediği için kimileriniz tasavvur edemiyor, ama örneğin Katatonia’nın Viva Emptiness’ı Brave Murder Day’den hemen sonra çıkardığını düşünün. Nasıl bir şok olurdu, nasıl tepkiler gelirdi. O yüzden “bu albümü sevmeyen, buradaki müziği anlayamamıştır” diye bir şey asla söz konusu değil.
Şarkılara baktığımızda birbirinden ilginç denemeler, cesur ve sıradışı hamleler görüyoruz. Albüm gayet “nasıl yani?” dedirtici bir şekilde başlayan The Black Sea ile açılıyor. Nasıl oldu bilmem ama, ben vokalin ilk girişiyle birlikte bir Alman grubu dinlediğimi anladım. Bu İngilizce telaffuzuyla da alakalı değil; atmosfer o tadı verdi nedense. The Black Sea’nin bence en güzel yeri, ikinci dakikada giren nakarat melodisi. Buradaki yoğun efektli vokal melodisi tek kelimeyle mükemmel. İkinci sıradaki Dread It farklı gitar rifi ve Nick Cave ve Blixa Bargeld (Einsturzende Neubauten) etkili vokalleriyle yine sevdiğim bir parça. Don’t Go Any Further’da kullanılan tek bir rif ve Vurtox’un aralardaki mırlama benzeri konuşmaları var. Ben en çok parçanın sonundaki akor bölümünü sevdim.
Bir sonraki Avalanche senfonik black metal girişi ve devam eden hipnotik gitar melodisi ile albümdeki favorilerimden. Özellikle progresif denebilecek tarzdaki aksak clean gitarlar çok güzel olmuş. Yeni nesil Katatonia’yı en çok hissettiğim parçalardan biri. Albüme adını veren Gloria da oldukça fazla Katatonia havası taşıyor. Son derece damar bir atmosferi olan parça, adeta Jonas Renkse elinden çıkmış gibi; hele nakarat Discouraged Ones’daki bir şarkıya konsa bile sırıtmaz. Hep aynı rif üzerinden giden bol efektli Aerophobic fazla dikkat çekmezken, bir sonraki The Hole We Are In albümün mutlak favorilerinden. Özellikle 1.45’te giren black metal rifi tam anlamıyla hayvan bir rif. Her ne kadar sonraki vokaller herkesi memnun etmeyecek olsa da, ben tüm şarkıya bayıldım. Vokalistin farklı yorumu ve gitarın aynı sesin alt ve üst oktavlarıyla çaldığı melodik verse rifi çok hoş olmuş.
Bir sonraki Save The Past adeta Prodigy gibi bir giriş yapsa da, şarkının çok farklı bir atmosfer barındıran nakaratı tüm albümün en güzel yerlerinden biri. Yine bir şekilde bir Alman grup dinlediğinizi anlıyorsunuz. Her ne kadar grup “Here we go and save the past” dese de, kendi müzikleri adına böyle bir amaçlarının olmadığı ortada. Dokuzuncu sıradaki Lava albümün en vasat parçası. Ama kısa süren bu parçanın ardından, Gloria’daki en Back To Times Of Splendor şarkı olan Too Many Broken Cease Fires geliyor. Klavyelerle destekli ve yine vokalistin manyak yorum gücüyle öne çıkan, tam anlamıyla bir metal parçası. Minimum efekt, maksimum enstruman kullanımı.
Son sırada ise aşırı derecede hüzünlü bir havası olan, üzgün bir zamanınızda sizi çok kötü yakalayabilecek olan Untiefen var. Clean gitarla birlikte giren vokaller Katatonia hüznünü kulaklarımıza doldurmakla kalmıyor, dinleyicisini bu derece şaşkına çeviren ve onu ne düşünmesi gerektiğine karar veremeyeceği bir ruha haline sokan bu albüme, “sen ne karar vereceksen ver, ben gidiyorum” diyerek çekip giden bir kapanış yapıyor.
Albümü dinleyip de şöyle bir düşündüğümüzde görüyoruz ki, Disillusion farklı bir işe girişmiş ve hataları, eksiklikleri de olsa bu işten alnının akıyla çıkmaya yakın bir müzik ortaya koymuş. Burada önemli olan, artık bu yöne gidecek gibi duran grubun bu albümündeki eksiklikleri ve hataları bir an önce görüp bir sonraki albümünü tam olarak istediği şeyi yansıtabilecek bir kafa yapısı ve beceriyle yapması. Grubun tüm dinleyicilerini ikiye bölecek bu farklı albüme dair son yorumum, Gloria’nın verileni alanın pek çok güzel şeyler alabileceği, alamayanın da kendinin bileceği ve suçlanamayacağı bir albüm olduğu yönünde.
Daha tam olarak “olmuş” diyemesek de, aklı başında adam ne yapsa güzel oluyor, orası kesin.
Back To Times Of Splendor’dan sonra hiç beklemediğim bir albüm olsa da, daha ilk dinleyişimde vurulduğum albümlerden biridir. Albümün önemli kısımları çok güzel vurgulanmış, eline sağlık.
İnsanın içine işleyen bir albüm.
9.