Normalde sevilen ve iyi işler çıkaran meşhurların bir araya gelip de beklentileri boşa çıkaran, havada kalan işler yapması ne fenadır değil mi? Evet çok fenadır. Buradaki durum böyle olmadığına göre hemen bu konuyu geçelim ve rüyalarda buluşuruz temalı bu yıldızlar kumpanyasının son yapıtına dalalım. Tıpkı Amon Amarth’ın son albümü gibi, bu albüme de ısınmam kolay olmadı, hatta bildiğin zor oldu. Birkaç ay boyunca sadece “At the Behest of Their Death” aşığı bir insan olarak gezen ama albümün tümüne bir türlü yayılamayan bendeniz, “Unblessing the Purity” EP’sindeki Blasting the Virginborn ve Weak Aside’ı 2008’de açık farkla en çok dinlediğim iki şarkı yapmamdan kelli, aynı tadı yakalayamadığım “The Fathomless Mastery”den bir türlü zevk alamadım. O yüzden başka zevk odaklarına yöneldim; efendime söyleyeyim çeşitli orjiler olsun, bondajlar ols… neyse.
Neyse ki şu an karşınızda albümü özümsemeyi başarmış bir insan olarak bulunuyorum ve az sonra yazacaklarımın, albümün Türkiye’deki satışları açısından çok önemli olduğunu biliyorum. İyi bir kritik yazarsam, inanıyorum ki “The Fathomless Mastery” Türkiye’de en az bi platin plak alır. Huh! Hazırım… Senin için geliyor Peaceville..
Öncelikle biraz eskiye dönelim ve olayın başına gidelim. Tüm primatların ataları varsayılan humanoidlerin dünya üzerine ilk ayak basmalarının bundan yaklaşık 6 milyon yıl önce olduğu tahmin ediliyor. O zamanlarda dünya şimdiki gibi değil tabii. Kıtalar ve okyanuslar şu anki şekillerinden çok farklı, volkanik hareket desen sürüsüne bereket, işte bi şeyler bi şeyler… Neyse aradan 6 milyon yıl geçti ve Bloodbath üçüncü stüdyo albümüyle hayranlarının karşısına çıktı.
Akerfeldt’in dönüşüyle birlikte, youtube’da daha önce görmedikleri bir komik video bulan gençlerin ardından, dünyanın en mutlu ikinci insan grubuna dönüşen Bloodbath hayranları, kısa süre sonra gelen “Unblessing the Purity” EP’si ve “The Wacken Carnage” DVD’leriyle yeterince ihya olmamışlar gibi, grup aynı yıl içindeki üçüncü ürününü de “The Fathomless Mastery” adı altında çıkardı. Hemen araya girmek istiyorum, “Unblessing the Purity” EP’sinin kapağını 2008’in ve son yılların en iyi kapağı seçtim. Ben böyle seçtim ve bu böyledir. Başka fikirler de olabilir tabii ama onların hepsi yanlıştır. Neyse devam edelim, “UtP”deki 4 şarkıdan özellikle ikisine (Blasting the Virginborn ve Weak Aside) tam anlamıyla aşık olduğumdan, gözüm bir süre “TFM” falan görmedi diyebilirim. Hatta “TFM”deki hiçbir parçada bu iki şarkının gücünü bulamadığımdan, albümü epey bir süre geciktirdim. İlk iki üç dinleyişte çok etkilenmeyince de, beklentilerimin boşa çıktığını düşünüp emoya bağladım, ne büyük çilem varmış deyip duvar kenarına çömüp akan makyajımı sildim.
Sonra kişisel bir sebepten dolayı bir süreliğine iş göremez raporu almam ve uzunca bir süre eve kapanmak zorunda kalmam sonucunda, isyanımı dağlara haykırmak amacıyla “TFM”ye bir şans daha vermeye karar verdim. İyi ki de yapmışım, çünkü boşladığım, ağlak bebe gibi “pek olmamış” dediğim bu albüm, grubun “Breeding Death” EP’sinden beri yaptığı en iyi şeymiş de haberim yokmuş.
Bloodbath’i Bloodbath yapan 3 elemandan biri olan Akerfeldt yer almadığı için asla ısınamadığım “Nightmares Made Flesh”e daha yakın bir sound’a sahip olan “TFM”, “Resurrection Through Carnage”la kıyaslandığında, sanki başka bir grubun elinden çıkma gibi duruyor. Yanlış anlaşılsa da umurumda değil tabii ama Peter Tagtgren’e karşı bir tavrım olduğu sanılmasın; sadece dünya üzerinde Akerfeldt’ten daha iyi bir death metal vokalisti yok, o yüzden. Buradaki diğer önemli noktalardan en önemlisi, grubun geleceği adına yapılan en akıllıca hareket olarak davula Martin Axenrot’un alınmış olması. Yine yanlış anlamanızı gönülden istiyorum, ama Dan Swanö hazretlerine karşı da bir garezim yok maalesef. Kendisi alemlerin kralı olsa da, böylesine hastalıklı brutallikte müzik yapmak isteyen bir grubun davullarını çalabilecek kadar davulcu değildir. Yarın öbür gün Cannibal Corpse’a girsin, Mazurkiewicz’ten iyi çalmazsa hayvan çocuğuyum, ama Bloodbath’te olmuyo; olmaz.
Bu süper kadroya bir de daha önce hiçbir önemli işe imza atmamış ama Katatonia davulcusu Daniel Liljekvist’in gitar çaldığı metalcore grubu Komotio’da ikinci gitarist olmasından kelli (death metal dünyasında kayırmaca ve araya adam sokma, vol. 1) gruba alınmış olan Per “Sodomizer” Eriksson da eklenince, yeni kadro tamamlanmış oldu.
Müzikal olarak bugüne kadarki en sert ve ekstrem işini ortaya koyan grup, şarkı sözü ve tavır olarak da gayet uç bir profil çiziyor. Hristiyanlık ile ilgili her şeye saydıran ve bunu da tişörtlerini üreten firmaları bile pes ettirecek ve baskı durdurtacak düzeyde yapan grup, bu yönüyle de saygıyı hak ediyor. Özellikle Mikael’in ağzından bunları duymak, Opeth’te melankolik kulaklara duygusal tınılar fısıldayan bu kişiden “…tear the soul of god’s only son…” türü dizeler dinlemek, insana ayrı bir zevk veriyor. Sanki, “mainstream dünyada sevgi beslediğiniz bu adam aslında sizden gizli ne işler çeviriyor” türü bir his belki de bu. Keşke sadece bununla kalmasalar, insan üretimi olmadığı iddia edilen tüm inançlardan bahsetseler (iyi bahsetsinler tabii, övsünler, yüceltsinler, borisyeltsinler..).
Şarkılara da az biraz değinip yavaştan bu bahsi kapatalım. Albümde on bir adet eşşek ölüsü mahiyetinde şarkı var. Bunlardan “At the Behest of Their Dead”, “Treasonous” ve “Hades Rising”in söz ve müziği Katatonia’nın sarı şekeri Blakkheim’a aitken, “Mock the Cross”, “Drink from the Cup of Heresy” ve Earthrot”un müziği Sodomizer’a, sözleri ise Akerfeldt’e ait. Kalan şarkılardaysa hem söz hem müzik olarak yine Katatonia’nın gül yüzlüsü Jonas Renkse imzası görüyoruz. Bu Renkse imzalı şarkıların pek çok yerinde, Katatonia izlerine rastlamak gayet mümkün. Örneğin bir “Devouring the Feeble”ın 1.30’dan sonrası yavaşlatılsa ve vokalleri alınsa bildiğimiz Katatonia’nın bire bir aynısı olur (daha çok “The Great Cold Distance” dönemi). “Wretched Human Mirror”ın sonu da buna örnek. Aynı şekilde Blakkheim imzalı “Hades Rising”in sonundaki bariz Katatonia atmosferi ve “At the Behest of Their Death”in başındaki kaotik melodideki Diabolical Masquarade tadı da hemen dikkat çeken ufak ayrıntılar. Bir diğer daha ufak ayrıntı ise, albümün en iyilerinden olan “Iesous”un son kısımlarındaki “Eeso, Yeshua, Iesous” bölümünün sevdiğimiz saydığımız bir diğer vokal manyağı olan Christian Alvestam’ın söylüyor olması. Aman ne sevindik, ne güzel süpriz bu böyle.
Albümdeki her şarkıyı beğendiğimi, bazı şarkılara komple, bazılarının da pek çok yerine hasta olduğumu söyleyebilirim. Yaratmayı başardıkları bu uğursuz, lanetli havayı pekiştiren black metal tarzı rif yazımının yanında, Mikael’in de gerçekten çok kişilikli ve “buyurgan”, “emreden” tarzdaki dikte ettirici vokal yorumu da önemli bir artı. Biraz Behemoth’ın tavrını andıran bu tehditkar ve yere basan tavır, albümün havada kalmasını, birtakım değerlere laf sokma cüretkarlığını gösteren “cool” sözler yazmaya çalışan olası bir ergen psikozunu da silip atıyor; karşınızda hakikaten de saldırdıkları inancın ciddiye alacağı ve lanetleyeceği düzeyde bir sivrilik ve direktlik barındıran bir tavır olduğunu hissettiriyor.
Yazıyı bitirirken, Mikael’e… Mike’a, akıllı olmasını, bir daha Bloodbath’ten ayrılırsa bozuşacağımızı (tersim kötüdür… bak uyarıyorum tersim kötüdür) söylüyor ve olağanüstü performanslarından ötürü Axenrot ve Akerfeldt’i, besteleme kabiliyetlerinden dolayı da Blakkheim, Renkse ve Sodomizer’ı tebrik ediyor, en geç bir Katatonia albümünün ardından yeni bir Bloodbath albümü beklediğimi de iletiyorum. Zaten turne yok, bir şey yok, bari albümler sık gelsin.
“Çarpıcı kapanış cümlesi”
1,2,5 ve 10 nolu trackler benim en beğendiklerim ama hala bir önceki EP kadar etkileyici olduğunu düşünmüyorum. benim gözümde bloodbath’in en iyi şarkısı breeding death, en iyi albümü de resurrection through carnage’tır.
tek katılacağım nokta, sindirilmesi en zor albümleri buydu. içine girmek için epey bir uğraştım. bu sefer daha teknik bir bloodbath var. her ne kadar unblessing the purity’den pek farklı olmasa da böyle bir albüm beklemiyordum. çok şeytani bir albüm olmuş.
old school’a canımız feda :)
bloodbath’in en iyi albümü bence. hades rising’in kapanıştaki melodisi ise süper olmuş.
bloodbathin en kötü albümü bence. herşey formüle binmiş bu albümde. ruh yok, herşey hesaplanmış. 6 puan
Kavraması hazmetmesi ve algılaması güç ve tüm bunlar gerçekleştikten sonra kabullenmesi zor bir balyozun kafaya inmesi durumu. Albumun ses getirmemesi doğal çünkü klasik Bloodbath kimliğini bırakmış daha karanlık çok daha experimental ve çok daha gevşek yaylı bir yaratıclıkla sergilemiş. Belliki bir şeyleri eşeleme yaratma oturtma iç güdüsündeler.
albüm başlayıp process of disillumination a sıra geldiğinde albüm ilerlemiyo. 7-8 sefer sonrasında devam ediyo ama fark ettim ki albüm bayaa bayaa sağlammış. her türlü 10 veriyorum ben.
“bloodbath’in en iyi albümü bence. hades rising’in kapanıştaki melodisi ise süper olmuş.”
Şiddetle katıldım.
nightmares made flesh teki o eti kemikten sıyrılması hissini alamadım ama on numara old school bir albüm yapmışlar :)
hiç fark etmemiştim ama mike’ın dediğine göre mock the cross aslında morbid angel – where the slime lives’e bi tribute’müş.
http://www.youtube.com/watch?v=7GASMNuD3yk
eaten ve mock the cross aha morbid angel dedirten şarkılar zaten:)
Iesous’un hastasıyım. köyde çalışırken süper gidiyodu nedense.
hades is rising tapılası bir başyapıt, diğer şarkılar da güzel ama o hades is rising ne öyle…
mikael benim için death metal artık bitti derken bloodbath ı da kastetti mi acaba
15.09.2011
@the formative years, aynen öyle. “Bloodbath oluşumu içinde yer almayacağını” söylemiş headbang’deki röportajında. Daha önceden de dönüyodu zaten bu muhabbet.
Aynı durum bende de oldu, uzun zaman boşladım albümü ama açık ara en iyi işleri. Şarkı şarkı övmeye çıkamayacağımdan girmiyorum ehah. Son olarak da death metal açıklamasını duyduğumda dediğim gibi “ah be Mikail be” diyorum.
ben bu albüme ilk başlarda acayip burun kıvırıyordum (ki hala Nightmares Made Flesh gözümde uzak ara en iyi Bloodbath icraatıdır.), ta ki son albümü duyana kadar. son albümdeki sıfır orjinallik barındıran “generic” olarak tabir edebileceğimiz old school death metal kolpasından sonra bu albümün kıymetini çok daha iyi anladım. hayvan gibi breakdownlar ve bolca Morbid Angel araklaması ile şahane bir albüm yapmışlar. keşke Bloodbath yine böyle olsa.
En sevdiğim en catchy Bloodbath albümü Nightmares Made Flesh olsa da bu albümdeki beste kalitesi her dinleyişimde çıldırtıyor beni. Çok uçuk bir şarkı yazımı standartı belirlemişler bu albümde, mükemmel fikirler var gerçekten. Kıymeti yeterince bilinmeyen çol acayip bir modern zamanlar death metal klasiği.
06.07.2022
@Berca B., çok acayip bir şey cidden. 13 yıl önce az vermişim notunu. Şimdi yazsam başka türlü överdim.
Aslında bu albümün ismi Opethonia olmalıydı.
Bambaşka bir mevzu.
Lezzet şelalesi.
https://youtu.be/-Bb35kI8zCo
Mikael’ın brutal vokallerini ayarsız seviyorum ya. Albüm de en iyi 2 Bloodbath albümünden biri, NMF’in çok az gerisinde.
17.09.2022
@İlker, Nick hariç her vokale bayılıyorum, hepsi ayrı kükrüyor :)
18.09.2022
@Boba Fett, Son albüm iyi bence ya, çok şeyapmayalım.
17.09.2022
@İlker, birebir katılıyorum bu yoruma.
17.09.2022
@İlker, Kariyer zirvesi Deliverance ve Blackwater Park bence. Diğer albümlerde de süper ama bu ikisi süperüstü.
MOCK THE FUCKING CROSS ULAN!
Morbid Angel’ın kemiklerinden çekilmiş ilik gibi şarkı!