Behemoth’ı dinlerken, Nergal’in organize dinlere, özellikle de Hıristiyanlığa olan nefretini ve öfkesini içten içe hissetmemek, konserlerde gözlerinden fışkıran o ürpertici ifadeyle sarsılmamak elde değil.
Bir azim ve başarı öyküsüdür Behemoth. Sen kalk, bundan tam on altı yıl önce Polonya’nın Gdansk adlı şehrinde bir grup kur, tek başına grubun her şeyiyle ilgilen, hem tüm bestelerini yap, hem gitarlarını çal, şarkılarını söyle, menajerliğinden imajına, hukuki işlerinden turnelerine yapılacak ne varsa tek başına ilgilen, ve nihayet yıllar sonra da akan bunca terin ve kanın karşılığı olarak dünyanın en çok konuşulan ve parlayan gruplarından biri haline gel. Behemoth, gerçekten de farklı bir hikaye. Yeryüzünün en çok çalışan ve en çok konser veren gruplarından biri olan Behemoth, tümüyle hak edilmiş bu başarıyı, bir önceki cümlede geçen her şeyi tek başına yapan Nergal’e borçlu elbette. Asıl adı Adam Darski olan bu insan evladı, özellikle son beş yıldır, dur durak bilmeden, şaşılacak bir tempo ve enerjiyle, insanoğlunun ayak bastığı her yerde konser veriyor ve grubunun adını bıkmadan, usanmadan duyuruyor. Üstelik bunu da, tavizsiz bir güç ve enerji patlaması şeklinde geçen, son derece yorucu ve yıpratıcı konser performansları eşliğinde yapıyor.
1999 ve 2000 yıllarındaki “Satanica” ve “Thelema.6” albümleri sonrasında adını duyuran grup, “Zos Kia Cvltvs” ve “Demigod” ile hatırı sayılır bir kitle yaratmayı başarmıştı. Yazmakta olduğum “The Apostasy”nin bu denli patlamasının, ilk haftasında sadece Amerika’da 5000 adet satmasının (ekstremite dozu hayli yüksek bir death metal albümünden bahsediyoruz) ve billboard listesine girmesinin asıl nedeniyse, elbette Behemoth ‘ın dilden dile dolaşan, Ozzfest 2007 gibi mainstream bir turnede bile grubun “en büyük patlamayı yapan Ozzfest grubu” olarak açıklanmasını sağlayan o benzersiz konser performansı. Konserlerdeki dillere destan bu güç gösterisi öylesine etkili oldu ki, aslında öyle akıllara durgunluk veren, yapılmamışın yapıldığı bir albüm olmamasına rağmen “The Apostasy” bir anda patladı. Albümün yorumuna geçmeden önce, Behemoth ‘ı sadece albümleriyle tanıyan ve seven biriyseniz, gruptan aldıklarınızın sınırlı olduğunu belirtmek isterim. Behemoth ‘ı gerçekten anlamak için, onları konserde görmeniz, o performansa şahit olmanız, sahneden adeta fışkıran o adrenalinin kokusunu almanız gerekiyor. O deneyimi yaşarsanız, albümleri dinlerkenki bakış açınız bile değişecektir, eklemeden edemedim.
Ve “The Apostasy”… “Zos Kia Cvltvs”, öncesindeki beş albümdeki black metal etkisinin silinip, yerine death metalin tahta oturtulduğu ilk albüm olmuştu. Behemoth’ın boyalı imajı devam ettirilse de, grup Morbid Angel ve Nile etkisinin hissedildiği, yıllardır süregelen Hıristiyanlık karşıtı sözlerin yanına, antik çağ kültürleri, paganizm, mitoloji ve Thelema temalı konseptlerin de taşındığı bir tavra bürünmüş ve sonrasındaki “Demigod” ile de bunu perçinlemişti. Bulunduğumuz yıl çıkan sayısız büyük death metal albümü arasından, çevresine verdiği rahatsızlıktan dolayı özür falan dilemeden, önüne geleni yarıp geçerek sıyrılan bir albüm olarak nitelendi “The Apostasy”. “Demigod” kadar vahşi ve dağınık bir kaos sunmayan, daha ziyade gergin, lanetli ve zehrin daha derinlere akmasını sağlayan sinsi bir oturaklılık barındıran albüm, kapak ve kitapçık konseptinden şarkı sözlerine kadar, uğursuz, boğucu bir Orta Doğu mistisizmi barındırıyor. Konsept bazında kendine Nile kadar kapalı kalıplar çizmeyen Behemoth (o kalıplara can kurban, o ayrı), aynı anda hem Doğu kültürünün şeytani imgelemesini, hem de Kuzey’in soğukluğunu bir potada eritip, var olan tüm kötülüklerden beslenen bir yaratım ortaya koyuyor. Nergal’in hırıltılı ve gırtlak kanatan haykırışları, Inferno’nun insan bedeninin fiziksel sınırlarını gösteren cinsten davulları ve tüm bu atmosferi yaratan o yırtıcı, o dehşetengiz gitarlar.
Behemoth’ı dinlerken, Nergal’in organize dinlere, özellikle de Hristiyanlığa olan nefretini ve öfkesini içten içe hissetmemek, konserlerde gözlerinden fışkıran o ürpertici ifadeyle sarsılmamak elde değil. Grubun Hıristiyanlık karşıtlığı konusunda bu denli tavizsiz ve sözünü sakınmaz oluşunu anlamak için, grubun çıktığı ülkeye, Polonya’ya bakmak yeterli aslında. Oldukça köktenci bir Katolik inancın hakim olduğu Polonya, satanist olduklarına inanılan kimi black metal gruplarının yer aldığı devlet kaynaklı kara listeler hazırlanmasından (Behemoth’ımız da elbette bu listenin üst sıralarında yerini almış), parlamentoda İsa’nın Polonya’nın kralı ilan edilmesi şeklinde yasa tasarısı verilmesine kadar (eski çağlardan değil, iki sene önceden bahsediyorum) “ilahi” anlamda oldukça anlamsız işlerin döndüğü bir yer. Zaten Nergal de çoğu zaman hiç istemese de ülkesindeki çoğu şeyden utandığını dile getirmekte.
“The Apostasy”de Behemoth’ı Behemoth yapan her şey hali hazırda bizleri bekliyor. “Slaying the Prophets Ov Isa” ve ilk klip parçası “Prometherion” gibi “Demigod” tatlı şarkıların yanı sıra, “At the Left Hand Ov God” gibi “Zos Kia Cvltvs” göndermeli, korolu ve enfes akustik gitarların yer aldığı parçalar da karşımıza çıkıyor. “Kriegspholosophie” ve “Pazuzu”da eskinin lanetlerini zihnimize taşıyor, “Inner Sanctum”da enfes piyano dokunuşları ve Warrel Dane (Nevermore) vokalleriyle, adeta ruhu bedenden çıkaran karanlık çağ ritüellerini kulaklarımıza püskürüyorlar. Behemoth’ı bu denli korkutucu ve ciddiye alınası yapan da bu zaten. Behemoth, asla ve asla dizginleri elinden bırakmayan, işine ve inancına saygısı über düzeylerde olan Nergal’in elinde, yaptığı her şeyin farkında olan, gayet bilinçli, amacını ve misyonunu açıkça belli eden, savunduğu düşünceyi gevelemeden ortaya koyan, son derece tehditkar bir izlenim sergiliyor.
Nefis klibiyle yüreklere sevgi aşılayan “At the Left Hand ov God”:
“The Apostasy”, Behemoth’ın en iyi albümü değil. Grup bundan önceki son dört albümünde buradakilerden daha hit, daha “Behemoth”vari, daha korku salan parçalar yazmıştı. Ancak her ne olursa olsun, gerek sağlam müzisyenlik becerileri, gerek hep bahsettiğim eşi benzeri olmayan konser performansları, gerek de içini doldurmayı başardıkları konseptleri ve tavırlarıyla, Behemoth daha uzun yıllar ortalarda olacak ve herkesçe dile getirilemeyen ya da getirilmek istense de dış etkenler nedeniyle laflandırılamayan (şu an şekil a’da görüldüğü üzere) o -kimilerince- daha gerçek ve içten duygulardan söz etmeye devam edecek.
Şarkılar 1. Rome 64 C.E.
2. Slaying the Prophets ov Isa
3. Prometherion
4. At the Left Hand ov God
5. Kriegsphilosophie
6. Be Without Fear
7. Arcana Hereticae
8. Libertheme
9. Inner Sanctum
10. Pazuzu
11. Christgrinding Avenue
Bu albümü seviyorum. Müzikalite olarak Behemoth’un iyi albümlerinden sayılmaz ama her zamanki Behemoth ruhunu iyi yansıtıyor. Bugünden baktığımız zaman The Satanist en çarpıcı iş olabilir ama Ahmet Abi’nin de bahsettiği o öfke, bu albümde daha samimi bence.
En sevdiğim şarkı ise “At The Left Hand ov God”. Resmen sirtaki ile başlayıp “La İlahe İllallah” nidalarıyla bitiyor. Var mı daha ötesi? :))
Aeon’un 2012 albümü olan Aeons Black’in 7. parçasının (Nothing Left to Destroy) başında davulcu Arttu Malkki, Inferno’nun Slaying The Prophets of Isa’nın başında yaptığının birebir aynısını yapıyor.
çok güzel albüm..vokaller,sound olsun çok oturaklı.davullar bir harika..karanlık,mistik,epik bir atmosferi var.
Bu albümü seviyorum. Müzikalite olarak Behemoth’un iyi albümlerinden sayılmaz ama her zamanki Behemoth ruhunu iyi yansıtıyor. Bugünden baktığımız zaman The Satanist en çarpıcı iş olabilir ama Ahmet Abi’nin de bahsettiği o öfke, bu albümde daha samimi bence.
En sevdiğim şarkı ise “At The Left Hand ov God”. Resmen sirtaki ile başlayıp “La İlahe İllallah” nidalarıyla bitiyor. Var mı daha ötesi? :))
Aeon’un 2012 albümü olan Aeons Black’in 7. parçasının (Nothing Left to Destroy) başında davulcu Arttu Malkki, Inferno’nun Slaying The Prophets of Isa’nın başında yaptığının birebir aynısını yapıyor.